Total Pageviews

Thursday, April 22, 2010

NUTUK


SAMSUN'A ÇIKTIGIM GÜN GENEL DURUM VE GÖRÜNÜS


1919 yili mayisinin l9 uncu günü Samsuna çiktim. Genel durum ve görünüs:
Osmanli Devletinin içinde bulundugu topluluk, Genel Savasta1 yenilmis, Osmanli ordusu her yanda zedelenmis, kosullari agir bir "Ateskes Anlasmasi"2 imzalanmis. Büyük Savasin uzun yillari boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu Genel Savasa sürükleyenler, kendi baslarinin kaygisina düserek, yurttan kaçmislar. Padisah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlasmis, kendini ve yalniz tahtini koruyabilecegini umdugu alçakça yollar arastirmakta. Damat Ferit Pasanin baskanligindaki Hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalniz padisahin isteklerine uymus ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun egmis.


Ordunun elinden silâhlari ve cepanesi alinmis ve alinmakta...
Itilâf devletleri, Ateskes Anlasmasi hükümlerine uymayi gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, Itilâf donanmalari ve askerleri Istanbulda. Adana iline Fransizlar; Urfa, Maras, Antebe Ingilizler girmisler. Antalya ile Konyada Italyan birlikleri, Merzifonla Samsunda Ingiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabanci devletlerin subay ve memurlari ve özel adamlari çalismakta. Daha sonra, sözümüze baslangiç olarak aldigimiz tarihten dört gün önce, 15 mayis l9l9 da Itilâf devletlerinin uygun bulmasiyla Yunan ordusu Izmire çikariliyor.


Bundan baska, yurdun dört bir bucaginda Hiristiyan azinliklar, gizli, açik, özel istek ve amaçlarinin elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çalisiyorlar.


Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, Istanbul Rum Patrikliginde kurulan Mavri Mira Kurulu'nun (belge: 1) illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantilari ve propagandalar yaptirmakla ugrastigini dogruladi. Yunan Kizilhaçi, Resmî Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Kurulu'nun çalismalarini kolaylastirmaya yardim ediyor. Mavri Mira Kurulu'nca yönetilen Rum okullarinin izci örgütleri, yirmi yasini asmis gençler de katilarak, her yerde gelistiriliyor.


Ermeni Patrigi Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile düsünce birligi ederek çalisiyor. Ermeni hazirligi da tam Rum hazirligi gibi ilerliyor.


Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kiyilarinda kurulan ve Istanbuldaki merkeze bagli Pontus Cemiyeti kolaylikla ve basariyla çalisiyor (belge: 2) .


DÜSÜNÜLEN KURTULUS YOLLARI


Durumun korkunçlugu ve agirligi karsisinda, her yerde, her bölgede birtakim kisilerce kurtulus yollari düsünülmeye baslanmisti. Bu düsünceyle girisilen çalismalar, birtakim örgütler dogurdu. Örnegin: Edirne ve çevresinde Trakya-Pasaeli adli bir dernek vardi. Doguda (belge: 3), Erzurumda ve Elazigda (belge: 4), genel merkezi Istanbulda olmak üzere Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti3 kurulmustu. Trabzon'da Muhafazai Hukuk4 adli bir dernek bulundugu gibi Istanbulda da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti5 vardi. Bu dernek merkezinin gönderdigi delegeler, Of ve Rize çevresinde subeler açmislardi (belge: 5, 6).
Yunanlilarin Izmire gireceginin açik belirtilerini Mayisin on üçünden beri gören, Izmirde birtakim genç yurtseverler, ayin 14/15 inci gecesi, bu acikli durumu aralarinda görüsmüsler; bir olupbittiye geldigi kusku götürmeyen bu girisin, katma (ilhak) ile sonuçlanmasini önlemek düsüncesinde birlesmisler ve Reddi Ilhak6 ilkesini ortaya atmislardir. Bu ilkenin yayilmasi için ayni gece Izmirde Yahudi Masatligina toplanabilen halkça bir gösteri toplantisi7 yapilmissa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rihtimda görülmesiyle bu toplantidan umuldugu ölçüde sonuç alinamamistir.


ULUSAL KURULUSLAR, SIYASAL AMAÇLARI


Bu derneklerin kurulus amaçlari ve siyasal erekleri üzerine kisaca bilgi vermek uygun olur düsüncesindeyim.


Trakya-Pasaeli Cemiyeti'nin ileri gelenlerinden kimisiyle daha Istanbulda iken görüsmüstüm. Osmanli Devletinin çökecegini kesinlige yakin bir olabilirlik içinde görüyorlardi. Osmanli Yurdunun parçalanacagi korkusu karsisinda Trakyayi, olabilirse Bati Trakya ile birlikte, Islâm ve Türk toplulugu olarak bütünüyle kurtarmayi düsünüyorlardi. Bu amaca ulasmak için o zaman akillarina gelen tek çikar yol, Ingilterenin, olmazsa Fransanin yardimini saglamakti. Bu düsünceyle kimi yabanci devlet adamlariyla iliski kurmak ve konusmak yollarini da aramislardi. Amaçlarinin bir Trakya Cumhuriyeti kurmak oldugu anlasiliyordu.


Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin kurulus amaci da (tüzüklerinin ikinci maddesi), dogu illerindeki bütün halkin dinsel ve siyasal haklarinin özgürce gelisimini saglayacak yasa ve töre içi yollara basvurmak; adi geçen illerdeki müslüman halkin tarihsel ve ulusal haklarini, gerektiginde, uygar toplumlar önünde savunmak; dogu illerinde yapilan zulüm ve cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunlari yapanlar ve yaptiranlarla ilgili tarafsizca sorusturma açarak suçlularin tez günde cezalandirilmalarini istemek; Türklerle azinliklar arasindaki anlasmazliklarin giderilmesine ve eskisi gibi iyi baglarin pekistirilmesine çaba göstermek; dogu illerindeki, savastan dogma yikim ve yoksullugu, hükümet katinda girisimlerde bulunarak elden geldigince giderme yollarini aramakti.


Istanbuldaki yönetim merkezlerinden verilmis olan bu yönerge geregince, Erzurum subesi, dogu illerinde Türklerin haklarini korumakla birlikte, Ermenilerin göçü sirasinda yapilan kötü islerle halkin hiç ilgisi bulunmadigini ve Ermeni mallarinin, buralara Ruslar girinceye dek korundugunu; buna karsilik, müslümanlara çok kiyasiya davranildigini ve dahasi, buyruk disi olarak göçten alikonulan kimi Ermenilerin, koruyucularina yaptiklari kötülükleri, kanitlanmis belgelerle uygarlik dünyasina sunmaya ve bildirmeye ve dogu illerine dikilen tutkulu bakislari söndürmek için çalismaya karar veriyor (Erzurum Subesinin Bildirisi).


Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin ilk Erzurum Subesini kuran kisiler, dogu illerinde yapilan propagandalari ve bunlarin ereklerini, Türklük - Kürtlük - Ermenilik sorunlarini, bilim, teknik ve tarih bakimindan inceleyip arastirdiktan sonra, gelecekteki çalismalarini su üç noktada topluyorlar (Erzurum Subesi'nin basili raporu):


1 - Hiç göç etmemek;
2 - Hemen bilim, iktisat, din örgütleri kurmak;
3 -Saldiriya ugrayacak dogu illerinin herhangi bir bucagini birlikte savunmak.


Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin Istanbuldaki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlik yöntemleriyle amaca ulasabilecegi konusunda çokça iyimser oldugu anlasiliyor. Gerçekten bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Dogu illerinde Müslüman halkin haklarini savunmak için Löpeyi (Le Pays8) adinda Fransizca bir gazete yayimliyor. Hâdisat9 gazetesinin sahipligini üzerine aliyor. Bir yandan da Itilâf devletleri basbakanlarina ve Istanbuldaki temsilcilerine birer andiri10 veriyor. Avrupaya bir kurul yollamaya girisiyor (belge: 7) .
Bu açiklamalardan kolaylikla anlasilacagini sanirim ki, Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin kurulmasina yol açan önemli kaygi ve nedenler, dogu illerinin Ermenistana verilecegi sanisina dayaniyor. Bu saninin da, Dogu illeri nüfusunda Ermenileri çogunlukta göstermeye ve tarihsel haklar bakimindan öncelikli saydirmaya çalisanlarin, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayi basarmalari; bir de Müslüman halkin Ermenileri toptan öldüren yirticilar oldugu iftirasini dogruymus gibi kabul ettirmeleri ile gerçek olabilecegi inanci üstün geliyor. Bundan dolayi dernek, ayni gerekçe ve araçlarla donanmis olarak tarihsel ve ulusal haklari savunmaya çalisiyor.


Karadeniz kiyilarindaki bölgelerde de, bir Rum Pontus hükümeti kurulacagi korkusu vardi. Müslüman halki Rumlarin boyundurugu altinda birakmayip yasama haklarini ve varliklarini koruma amaciyla, Trabzonda da birtakim kisiler ayrica bir dernek kurmuslardi.
Merkezi Istanbulda olan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti'nin siyasal erek ve amaci, adindan anlasilmaktadir. Her halde merkezden ayrilmak amacini güdüyor.


YURT IÇINDE VE ISTANBULDA ULUSAL VARLIGA DÜSMAN KURULUSLAR


Kurulmaya baslayan bu örgütlerden baska, yurt içinde daha birtakim kuruluslar ve girisimler de ortaya çikmisti. Özellikle Diyarbakir (belge: 8, 9), Bitlis, Elazig illerinde, Istanbuldan yönetilen Kürt Teali Cemiyeti11 vardi. Bu dernegin amaci, yabanci devletlerin kanadi altinda, bir Kürt hükümeti kurmakti.


Konya ve dolaylarinda, Istanbuldan yönetilen Tealii Islâm Cemiyeti12 kurulmasina çalisiliyordu. Yurdun hemen her yaninda Itilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Cemiyetleri13 de vardi.


INGILIZ MUHIPLER CEMIYETI


Istanbulda çesitli amaçlarla gizli ve açik olmak üzere de, birtakim parti ya da dernek adi altinda kuruluslar vardi.


Istanbulda önemli sayilacak kuruluslardan biri Ingiliz Muhipler Cemiyeti14 idi. Bu addan Ingilizleri sevenlerin kurduklari bir dernek anlasilmasin. Bence, bu dernegi kuranlar, kendi varliklarini ve çikarlarini sevenler ve kendi varliklariyla çikarlarinin dokunulmazlik çaresini Loyd Corç (Lloyd George) Hükümeti araciligiyla Ingiliz destegini saglamakta arayanlardir. Bu mutsuzlarin, Ingiltere Devletinin, bütünüyle, bir Osmanli Devleti birakmak ve korumak isteginde olup olamayacagini bir kez düsünüp düsünmedikleri üzerinde durmak gerekir.
Bu dernege girenlerin basinda Osmanli Padisahi ve yeryüzü Halifesi sanini tasiyan Vahdettin, Damat Ferit Pasa, Dahiliye Naziri15 olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali beyler ve Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Ingiliz ulusundan kimi serüvenciler de vardi. Örnegin: Rahip Fru (Frew) gibi. Yapilan islerden ve islemlerden anlasildigina göre, dernegin baskani Rahip Fru idi.
Bu dernegin iki görünüsü ve niteligi vardi. Biri dis görünüsü ve uygarca girisimlerle Ingiliz destegini istemege ve saglamaga yönelen niteligi idi. Ötekisi, gizli yönü idi. Asil çalisma bu yöndeydi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve baskaldirmalara yolaçmak, ulusal bilinci islemez kilmak, yabanci devletlerin ise karismalarini kolaylastirmak gibi hayinca girisimler, dernegin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. Sait Mollanin, dernegin açik girisimlerinde oldugu gibi gizli islerinde de ondan daha çok rol oynadigi görülecektir. Bu dernek için söylediklerim, sirasi geldikçe yapacagim açiklamalar ve gerektiginde gösterecegim belgelerle daha iyi anlasilacaktir.


AMERIKANIN GÜDÜMÜNÜ ISTEYENLER


Istanbuldaki kadin erkek birtakim ileri gelen kisiler de, gerçek kurtulusu Amerikanin güdümünü16 istemek ve saglamakta görüyorlardi. Bu kanida olanlar, düsüncelerinde çok direndiler; tam uygun isin, kendi görüslerinin desteklenmesi oldugunu tanitlamaya çok çalistilar. Bu konuda da, sirasi gelince bazi açiklamalar yapacagim.


ORDUMUZUN DURUMU


Genel durumu belirtmek için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarini açiklamak isterim. Anadoluda, baslica iki ordu müfettisligi kurulmustu. Ateskes Anlasmasi yapilir yapilmaz birliklerin savasçi erleri koyverilmis, silâh ve cepanesi elinden alinmis; bu birlikler, savas gücünden yoksun birtakim kadrolar durumuna getirilmisti.


Merkezi Konyada bulunan ikinci Ordu Müfettisligine bagli birliklerin durumu söyle idi:
Bir tümeni (41. Tümen) Konyada ve bir tümeni (23. Tümen) Afyonkarahisarinda bulunan 12. Kolordu, karargâhiyla Konyada bulunuyordu. Izmirde düsman eline düsen 17. Kolordunun, Denizlide bulunan 57. Tümeni de bu kolorduya baglanmisti.


Bir tümeni (24. Tümen) Ankarada ve bir tümeni (11. Tümen) Nigdede bulunan 20. Kolordu, karargâhiyla Ankarada idi.
Izmitte bulunan 1. Tümen, Istanbuldaki 25. Kolorduya baglanmisti. Istanbul'da da 10. Kafkas Tümeni vardi.
Balikesir ve Bursa bölgesinde bulunan 61. ve 56. Tümenler, karargâhi Bandirmada bulunan Istanbula bagli 14. Kolorduyu meydana getiriyorlardi. Bu kolordunun komutani, Meclisin açilisina dek, rahmetli Yusuf Izzet Pasa idi.


Üçüncü Ordu Müfettisligi, ki müfettisi bendim, karargâhimla Samsuna çikmis bulunuyorum. Dogrudan dogruya buyrugum altinda iki kolordu bulunacakti. Biri, merkezi Sivasta bulunan 3. Kolordu. Komutani, yanimda getirdigim Albay Refet Bey. Bu kolorduya bagli bir tümenin (5. Kafkas Tümeni) merkezi Amasyada, öteki tümeninin (15. Tümen) merkezi Samsunda idi. Öbürü, merkezi Erzurum'da bulunan 15. Kolordu idi. Komutani Kâzim Karabekir Pasa idi. Tümenlerinden birinin (9. Tümen) merkezi Erzurumda, komutani Rüstü Bey; ötekisinin (3. Tümen) merkezi Trabzon'da idi, komutani Yarbay Halit Bey idi. Halit bey, Istanbula çagrilmis oldugundan komutanliktan çekilerek Bayburtta saklanmis; tümen, vekillikle yönetiliyor; kolordunun öbür iki tümeninden 12. Tümen, Hasankale dogusunda sinirda, 11. Tümen Bayazitta bulunuyordu.


Diyarbakir bölgesinde bulunan iki tümenli 13. Kolordu bagimsizdi, Istanbula bagliydi. Bir tümeni (2. Tümen) Siirtte, öbür tümeni (5. Tümen) Mardinde idi.


MÜFETTISLIK GÖREVIMIN GENIS YETKILERI


Benim yetkim, bu iki kolorduyu dogrudan dogruya buyrugum ve komutam altinda bulundurmaktan daha genisti. Müfettislik bölgeme yakin birliklere de bildirim yapabilecektim. Bu arada bölgemde bulunan ve bölgeme yakin olan valiliklere de bildirimde bulunabilecektim.
Bu yetkiye göre Ankarada bulunan 20. Kolordu ve bunun bagli oldugu müfettislik ile ve Diyarbakirdaki kolordu ile ve hemen bütün Anadoluda sivil örgütlerin basinda bulunan yöneticilerle yazisabilecek ve iliskiler kurabilecektim.


Bu genis yetkiyi, beni Istanbuldan sürmek ve uzaklastirmak amaciyla Anadoluya gönderenlerin bana nasil verdiklerine sasabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim Istanbuldan uzaklasmami isteyenlerin bulduklari gerekçe, "Samsun ve bölgesindeki güvensizligi yerinde görüp önlemek için Samsuna degin gitmek" idi. Ben, bu isin basarilmasinin, üstün yetkili bir görev verilmesine bagli oldugunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakinca görmediler. O günlerde Genelkurmayda bulunan ve benim amacimi bir dereceye kadar sezinleyen kisilerle görüstüm. Müfettislik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi17 de ben kendim yazdirdim. Dahasi, Harbiye Naziri18 olan Sakir Pasa bu yönergeyi okuduktan sonra imzalamaktan çekinmis, mührünü, anlasilir anlasilmaz bir biçimde basmistir.


GENEL DURUMA DAR BIR ÇERÇEVEDEN BAKIS


Bu açiklamadan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:
Düsman devletler Osmanli Devletine ve ülkesine maddesel ve tinsel bakimdan saldirmislar; yoketmeye ve paylasmaya karar vermisler. Padisah ve Halife olan kisi, hayat ve rahatini kurtarabilecek çareden baska bir sey düsünmüyor. Hükümeti de ayni durumda. Farkinda olmadigi halde bassiz kalmis olan ulus, karanlik ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçlugunu ve agirligini anlamaya baslayanlar, bulunduklari çevreye ve olaylardan etkilenebilme güçlerine göre kurtulus çaresi saydiklari yollara basvuruyorlar... Ordu, adi var, kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savasin bunca sikinti ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta oldugunu görmekle yürekleri kan agliyor; gözleri önünde derinlesen karanlik felâket uçurumunun kiyisinda kafalari, çikar yol, kurtulus yolu aramakta...
Burada, pek önemli olan bir noktayi da belirtmeli ve açiklamaliyim. Ulus ve ordu, Padisah ve Halifenin hayinligindan haberli olmadigi gibi, o makama ve o makamda bulunana karsi yüzyillarin köklestirdigi din ve gelenek baglariyla içten bagli ve uysal. Ulus ve ordu, kurtulus yolu düsünürken bu atadan gelen aliskanlik dolayisiyla kendinden önce yüce halifeligin ve padisahligin kurtulusunu ve dokunulmazligini düsünüyor. Halifesiz ve padisahsiz kurtulusun anlamini kavramaya yetenekli degil... Bu inançla bagdasmaz görüs ve düsüncelerini açiga vuracaklarin vay haline! Hemen dinsiz, vatansiz, hayin, istenmez olur.


Bir baska önemli noktayi da söylemek gerekir. Kurtulus yolu ararken, Ingiltere, Fransa, Italya gibi büyük devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalniz biriyle bile basa çikilamayacagi kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmisti. Osmanli Devleti'nin yaninda, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren itilâf kuvvetleri karsisinda, yeniden onlarla düsmanliga varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantiksizlik ve akilsizlik olamazdi.


Bu anlayista olan yalniz halk degildi; özellikle, seçkin denilen insanlar bile böyle düsünüyordu.
Öyleyse, kurtulus yolu ararken iki sey söz konusu olmayacakti. Ilkin, Itilâf devletlerine karsi düsmanlik durumuna girilmeyecekti; sonra da, Padisah ve Halifeye canla basla bagli kalmak temel kosul olacakti.


DÜSÜNÜLEN KURTULUS YOLLARI


Simdi baylar, izin verirseniz size bir soru sorayim: Bu durum ve kosullar karsisinda kurtulus için, nasil bir karar düsünülebilirdi?
Açikladigim bilgilere ve gözlem sonuçlarina göre üç türlü karar ortaya atilmisti:
Birincisi, Ingilterenin koruyuculugunu19 istemek;
Ikincisi, Amerikanin güdümünü istemek.
Bu iki türlü karara varmis olanlar, Osmanli Devletinin bir bütün olarak kalmasini düsünenlerdir. Osmanli ülkesinin çesitli devletler arasinda paylasilmasindan ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin kanadi altinda bulundurmayi yegleyenlerdir.


Üçüncü karar, bölgesel kurtulus yollariyla ilgilidir. Örnegin: Bazi bölgeler, kendilerinin Osmanli Devletinden koparilacagi görüsüne karsi ondan ayrilmamak yollarina basvuruyor. Bazi bölgeler de, Osmanli Devletinin ortadan kaldirilacagina, Osmanli ülkesinin paylasilacagina olupbitti gözüyle bakarak kendi baslarini kurtarmaya çalisiyorlar.


Bu üç türlü kararin gerekçesi, yapmis oldugum açiklamalar arasinda vardir.


BENIM KARARIM


Baylar, ben bu kararlarin hiçbirini yerinde bulmadim. Çünkü bu kararlarin dayandigi bütün kanitlar20 ve mantiklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulundugumuz o günlerde, Osmanli Devletinin temelleri çökmüs, ömrü tükenmisti. Osmanli ülkesi bütün bütüne parçalanmisti. Ortada bir avuç Türkün barindigi bir ata yurdu kalmisti. Son olarak, bunun da paylasilmasini saglamak için ugrasilmaktaydi. Osmanli Devleti, onun bagimsizligi, padisah, halife, hükümet, bunlarin hepsi kavrami kalmamis birtakim anlamsiz sözlerdi.


Neyin ve kimin dokunulmazligi için kimden ve ne gibi yardim istemek düsünülüyordu ?
O halde saglam ve gerçek karar ne olabilirdi?
Baylar, bu durum karsisinda bir tek karar vardi. O da ulus egemenligine dayanan, kisintisiz, kosulsuz, bagimsiz yeni bir Türk Devleti kurmak.
Iste, daha Istanbuldan çikmadan önce düsündügümüz ve Samsunda Anadolu topraklarina ayak basar basmaz uygulamaya basladigimiz karar, bu karar olmustur.


YA BAGIMSIZLIK YA ÖLÜM


Bu kararin dayandigi en saglam düsünüs ve mantik su idi:
Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve serefli bir ulus olarak yasamasidir. Bu, ancak tam bagimsiz olmakla saglanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bagimsizliktan yoksun bir ulus, uygar insanlik karsisinda usak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz.


Yabanci bir devletin koruyuculugunu istemek insanlik niteliklerinden yoksunlugu, güçsüzlügü ve beceriksizligi açiga vurmaktan baska bir sey degildir. Gerçekten bu asagilik duruma düsmemis olanlarin, isteyerek baslarina yabanci bir yönetici getirmeleri hiç düsünülemez. Oysa, Türkün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yasamaktansa yokolsun, daha iyidir.


Öyleyse, ya bagimsizlik, ya ölüm! Iste gerçek kurtulusu isteyenlerin parolasi bu olacakti. Bir an için, bu kararin uygulanmasinda basarisizliga ugranilacagini düsünelim. Ne olacakti? Tutsaklik.
Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak miydi? Su ayrimla ki, bagimsizligi için ölümü göze alan ulus, insanlik onur ve serefinin geregi olan her özveriye basvurdugunu düsünerek avunur ve elbette, tutsaklik zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyusuk, onursuz bir ulusla karsilastirilinca, dost ve düsman gözündeki yeri çok baska olur.


Sonra, Osmanli soyunu ve devletini21 sürdürmege çalismak, elbette Türk ulusuna karsi en büyük kötülügü yapmakti. Çünkü ulus, her türlü özveriye basvurarak bagimsizligini saglasa da, padisahlik sürüp giderse, bu bagimsizlik güvenli sayilamazdi. Artik yurtla, ulusla hiçbir vicdan ve düsünce bagi kalmamis bir sürü delinin, devlet ve ulus bagimsizliginin ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulmasi nasil uygun görülebilirdi?


Halifelige gelince, bunun bilim ve teknigin isiga bogdugu gerçek uygarlik dünyasinda gülünç sayilmaktan baska bir durumu kalmis miydi? Görülüyor ki, verdigimiz kararin uygulanmasini saglamak için ulusun daha alismadigi sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun diline düsmesinde büyük sakincalar bulunacagi düsünülen noktalarin söz konusu edilmesinde kesin zorunluk vardi. Osmanli Hükümetine, Osmanli Padisahina ve Müslümanlarin halifesine bas kaldirmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandirmak gerekiyordu.


UYGULAMAYI EVRELERE AYIRMAK VE ADIM ADIM ILERLEYEREK AMACA VARMAK


Türk ata yurduna ve Türkün bagimsizligina saldiranlar kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silâhli olarak karsi çikmak ve onlarla savasmak gerekiyordu. Bu önemli kararin bütün gereklerini ve isterlerini ilk gününde açiklamak ve söylemek, elbette yerinde olamazdi. Uygulamayi birtakim evrelere ayirmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düsünceleri üzerinde islemek ve adim adim ilerleyerek amaca ulasmaya çalismak gerekiyordu. Netekim öyle olmustur. Ancak dokuz yilda yaptiklarimiz bir mantikçi gözüyle düsünülürse, ilk günden bugüne dek izledigimiz genel gidisin, ilk kararin çizdigi çizgiden ve yöneldigi amaçtan hiç ayrilmamis oldugu kendiliginden anlasilir.


Burada, kafalarda yer tutabilecek bazi duraksama dügümlerinin çözülmesini kolaylastirmak için bir gerçegi hep birlikte gözden geçirmeliyiz. Beliren ulusal savasin tek amaci, yurdu dis saldiridan kurtarmak oldugu halde bu savasin, basariya ulastikça, ulus iradesine dayanan yönetimin bütün ilkelerini ve sekillerini evre evre bugünkü döneme degin gerçeklestirmesi olagan ve kaçinilmaz bir tarih akisi idi. Bu kaçinilmaz tarih akisini, gelenekten gelen aliskanligi ile, hemen sezinleyen padisah soyu, ilk andan baslayarak ulusal savasin amansiz bir düsmani oldu. Bu kaçinilmaz tarih akisini, ilk anda ben de gördüm ve sezinledim. Ama, bastan sona, bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açiga vurmadik ve söylemedik. Ileride olabilecekler üzerine çok konusmak, giristigimiz gerçek ve maddesel savasa bos kuruntular niteligi verebilirdi; dis tehlikenin yakin etkileri karsisinda üzüntü duyanlar arasinda ise, geleneklerine, düsünme yeteneklerine, ruhsal durumlarina uymayan olabilir degisikliklerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerine yol açabilirdi. Basari için pratik ve güvenilir yol, her evreyi vakti geldikçe uygulamakti. Ulusun gelismesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de böyle yaptim. Ancak tuttugum bu pratik ve güvenilir basari yolu; yakin çalisma arkadasim olarak taninmis kisilerden kimileriyle aramizda, zaman zaman görüslerde, davranislarda, yapilan islerde beliren temelli ve ikinci derecede anlasmazliklarin, kirginliklarin ve sirasinda ayriliklarin da nedeni ve açiklamasi olmustur. Ulusal savasa birlikte baslayan yolculardan kimileri, ulusal hayatin bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarina kadar uzayan gelismelerinde, kendi düsünme ve ruh yeteneklerinin kavrama siniri bittikçe, bana direnmeye ve karsi çikmaya baslamislardir. Bu noktalari, aydinlanmaniz için, kamuoyunun aydinlanmasina yararli olmak için, sirasi geldikçe, birer birer göstermeye çalisacagim.


ULUSAL SIR


Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun vicdaninda ve geleceginde sezdigim büyük gelisme yetenegini, bir ulusal sir gibi vicdanimda tasiyarak yavas yavas bütün toplumumuza uygulatmak zorundayim.


ORDU ILE ILISKI


Simdi baylar, ilk is olmak üzere bütün orduyla iliski kurmak gerekli idi. Erzurumda On Besinci Kolordu Komutanina 21 mayis 1919 da yazdigim bir kapali telde: "genel durumumuzun almakta oldugu korkunç sekilden pek üzgün oldugumu; ulusa ve yurda borçlu oldugumuz en son vicdan ödevini yakindan, birlesik çalismayla, en iyi yapabilecegimiz kanisiyla bu son görevi kabul ettigimi; bir an önce Erzuruma gitmek isteginde bulundugumu ama Samsun ve yöresinin durumu, güvensizlik yüzünden kötü bir sonuca varma niteliginde bulundugundan, buralarda ister istemez birkaç gün kalmak gerekecegini" bildirdikten sonra, "beni simdiden aydinlatmaya yarayacak bir sey varsa bildirilmesini" rica ettim (belge: 10).


Gerçekten, Samsun ve yöresinde Rum çetelerinin Müslüman halka saldirmasi ve ötedenberi araçsiz birakilmis olan bu bölge yöneticilerinin yabanci devletlerin ise karismalari yüzünden hiçbir tedbir alamamasi, durumu güçlestirmisti.


Tanidigimiz ve kendisinden büyük çaba umdugumuz bir kisinin Samsuna mutasarrif olarak atanmasini saglamaya girismekle birlikte, Üçüncü Kolordu Komutanini geçici olarak Canik22 mutasarrifligina atadim. Elden gelen bölgesel tedbirlerin alinmasina ve özellikle halkin gerçek durum üzerinde aydinlatilmasina ve orada bulunan yabanci birlik ve subaylardan çekinmeye yer olmadiginin anlatilmasina önem verildi ve hemen o bölgede ulusal örgütler kurmaya girisildi.
23 mayis 1919 da Ankara'da bulunan Yirminci Kolordu Komutanina: "Samsuna geldigimi ve kendisiyle daha siki iliski kurmak istedigimi ve Izmir bölgesinden daha kolaylikla alabilecegi bilgileri ögrenmek istedigimi" bildirdim.


Bu Kolordunun durumu ile daha Istanbulda iken ilgilenmistim. Güneyden Ankara bölgesine trenle tasinmasi söz konusu idi. Bu yer degistirmenin engellendigini anlamis oldugumdan, Istanbuldan ayrilisim günlerinde Genelkurmay Baskani olan Cevat Pasadan, kolordunun trenle tasinmasi gecikirse karadan yürüyerek Ankaraya gönderilmesini rica etmistim. Bundan dolayi, söz konusu kapali telyazimda23: "Yirminci Kolordunun bütün birliklerinin Ankaraya gelmeyi basarip basaramayacaklarini" sordum. "Canik sancagi24 üzerine bilgi verdikten sonra bir iki güne degin Samsundan karargâhimla, bir süre için Havzaya gidecegimi ve herhalde Samsundan ayrilmadan önce beni aydinlatacak bilgileri bekledigimi" yazdim.


Yirminci Kolordu Komutanindan, üç gün sonra, 26 mayis 1919 da aldigim karsilikta: "Izmirden düzenli bilgi alamadiklarini, düsmanin Manisaya girisini de telgrafçilarin haber verdigini, kolordunun Ereglide bulunan birliklerinin hepsi trenle tasinamadigindan, karadan yürüyüse basladiklarini, ancak, yerin uzakligi dolayisiyla Ankaraya ne zaman ulasacaklarinin belli olmadigini" bildiriyordu.


Kolordu Komutani yine bu telyazisinda: "Afyonkarahisarinda bulunan 23. Tümenin, er sayisinin pek az oldugundan ve orada ellerine geçen erleri bu tümene göndermekte olduklarindan söz açtiktan sonra, Kastamonu ve Kayseri bölgelerindeki güvenligi bozan birtakim olaylar üzerine haberler gelmeye basladigini" bildiriyor ve zaman zaman bilgi verecegini yaziyordu (belge: 11).
27 mayis 1919 gününde Havzadan, hem Yirminci Kolordu Komutanindan hem de bu kolordunun bagli oldugu Konyadaki ordu müfettisliginden: "Afyonkarahisarindaki tümenin güçlendirilmesi için hangi kaynaklardan yararlanildigini ve gücünün artirilip artirilamayacagini ve bugünkü durumumuza göre, bu tümene nasil bir görev verilmesinin düsünüldügünü" sordum (belge: 12, 13).


Kolordu Komutani, 28 mayis 1919 da sordugum isler üzerine bilgi veriyor ve: "Düsman buralara girmeye kalkisirsa 23. Tümen, bulundugu yeri birakmayacak ve saldiriya ugrarsa, halktan alacagi yardimla, kesimini savunacaktir" diyordu (belge: 14).


Ordu Müfettisi de, 30 mayis 1919 da verdigi karsilikta: "23. Tümen, Karahisarin güvenligini korumakla birlikte, düsmanin her türlü ilerleyisine, her türlü araçla karsi koyacaktir" diyordu. Bu araçlarin hazirlanmakta oldugunu ve Konyada orduyu destekleyebilecek bir kuvvet hazirlamaya çalisildigini; ancak, buna daha ad ve san konmadigini bildiriyordu. Ben, müfettislige yazdigim telde: "Konyada bir vatan ordusu kurulmakta oldugu üzerine bazi haberler yayilmistir; bunun içyüzü ve örgütü nedir?" demistim. Böyle bir soru sormaktaki düsüncem, biraz da onlari özendirmek ve uyarmak idi. Müfettisligin verdigi son bilgi, bunun üzerinedir (belge: 15).
Kolordu Komutani bu soruma: "Konyada vatan ordusunun kurulusundan haberim yok" diye karsilik vermisti.


Yirminci Kolordu ve Konyadaki Ordu Müfettisligi ile iliski kurmam üzerine aldigim haberlerden uyanikligi gerektiren noktalari 1 haziran 1919 da Erzurumda On Besinci Kolordu ve Samsunda Üçüncü Kolordu ve Diyarbakirda On Üçüncü Kolordu Komutanlarina bildirdim (belge: 16).
Trakyada bulunan kuvvetleri ve komutanlarini bilmiyordum. O bölge ile de iliski kurmak gerekti. Bu düsünceyle, Istanbulda, Genelkurmay Baskani Cevat Pasadan 16 haziran 1919 da özel sifre ile (Cevat Pasa ile ayrilisim günü gizli bir sifre kararlastirmistik) Edirnede Kolordu komutaninin kim oldugunu ve Cafer Tayyar Beyin nerede bulundugunu sordum (belge: 17). Cevat Pasa 17 haziranda karsilik verdi. "Cafer Tayyar Beyin Birinci Kolordu Komutani olarak Edirnede bulundugunu" ögrendim (belge: 18).


Amasyadan 18 haziran 1919 günü, Edirnede Birinci Kolordu Komutani Cafer Tayyar Beye kapali telle verdigim yönergede baslica sunlari bildirdim: "Ulusal bagimsizligimizi bogan ve yurdun bölünmesi tehlikelerini hazirlayan Itilâf devletlerinin yaptiklarini ve Istanbul Hükümetinin tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz."


"Ulusun kaderini böyle bir hükümetin eline birakmak, dagilmaya boyun egmektir."
"Trakya ve Anadoludaki ulusal örgütleri birlestirmeye ve ulusun sesini bütün gürlügüyle dünyaya duyuracak güvenilir bir yer olan Sivasta birlesik ve güçlü bir kurul toplamaya karar verilmistir."


"Trakya-Pasaeli Cemiyeti, yetkili olmamak üzere Istanbulda bir kurul bulundurabilir."


"Ben Istanbulda iken Trakya Cemiyeti üyelerinden kimileriyle görüsmüstüm. Simdi zamani geldi. Gerekenlerle gizlice görüserek hemen örgütler kurunuz ve benim yanima da delege olarak degerli bir iki kisi gönderiniz. Onlar gelinceye degin, Edirne ili haklarinin savunucusu olmak üzere, beni vekil ettiklerini belirten, imzali bir belgeyi kendi imzanizla ve kapali telle bildiriniz."
"Bagimsizliga ulasincaya degin, bütün ulusla birlikte, özveriyle çalisacagima kutsal inançlarim adina andiçtim. Artik ben Anadoludan hiçbir yere gidemem."


Trakyanin direnme gücünü artirmak amaciyla bu yönergeye su bilgileri de ekledim: "Anadolu halki bastan asagi bölünmez bir bütün haline getirildi. Bütün kararlar, bütün komutanlar ve arkadaslarimizla birlikte aliniyor. Vali ve mutassarriflarin hemen hepsi bizden yanadir. Anadoludaki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara dek genisledi. Ingiliz koruyuculugu altinda bir bagimsiz Kürdistan kurulmasi ile ilgili propaganda ortadan kaldirildi ve bu amaci güdenler yola getirildi. Kürtler, Türklerle birlesti" (belge:19).
­
YUNAN ORDUSUNUN MANISA VE AYDIN ÇEVRESINE GIRISI


Bu tarihe degin Yunan ordusunun Manisa ve Aydin çevrelerine de girdigini ögrendim. Ama Izmirde ve Aydinda bulunduklarini bildigim kuvvetlerin ne durumda olduklarini gösterir açik bir bilgiyi daha hiç bir yerden elde edemiyordum. Dogrudan dogruya bu kuvvetlerin komutanlarina da bazi emirler yazmistim. Bunun üzerine, 29 haziranda, 56. Tümen Komutani Bekir Sami Beyin, iki gün önceki tarihi tasiyan, bir kapali telini aldim.


56. Tümene Izmirde Hurrem Bey adinda bir kisi komuta ediyormus. Bu komutan ve Izmirdeki iki alayin kiliç artiklari, subaylariyla birlikte, hemen hepsi tutsak olmuslar. Yunanlilar bunlari gemilerle Mudanyaya götürmüsler. Bekir Sami Bey bu kiliç artiklarinin komutasini üzerine almak için gönderilmis.


Bekir Sami Bey 27 haziran 1919 günlü telinde, 22 haziran 1919 günlü iki buyrugumu ancak 27 haziranda Bursaya vardiginda alabildigini söylüyor ve verdigi bilgiler ve yaptigi açiklamalarda: "Ulusal amaçlari gerçeklestirecek yeter araçlari bulamadigimdan, tümenimi düzene sokmayi basarirsam daha iyi hizmetler yapilabilecegi kanisinda oldugumdan, 21 haziran sabahi Kuladan Bursaya dogru yola çikmak zorunda kaldim. Bununla birlikte, birçok engeller oldugu halde, ulusal ayaklanmanin yurdun kurtarilmasi için çok gerekli oldugu düsüncesini her yana yaymayi basardim." diyor. Düsündüklerimin ve yaptiklarimin dogruluguna saglam inanci oldugunu bildiriyor ve bu konuda hemen ise giristigini; Çinede bulunan 57. Tümene de buyruk vermekligimi ve kendisine de buyruk vermeyi sürdürmemi istiyordu (belge: 20).


ULUSAL ÖRGÜTLER KURULMASI VE ULUSUN UYARILMASI


Bir hafta kadar Samsunda ve 25 mayistan 12 hazirana dek Havzada kaldiktan sonra Amasyaya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulmasi gerekligini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil örgütlerin bas yöneticilerine bildirdim.
Dikkate deger ki, Izmire ve daha sonra Manisaya ve Aydina düsmanin girisi ve yapilan her türlü saldiri ve zulüm hakkinda ulus daha aydinlanmamis ve ulusal varligina vurulan bu korkunç darbeye karsi açikça hiçbir üzüntü ve sizilti göstermemisti. Ulusun bu haksiz darbe karsisinda sessiz ve durgun kalmasi, elbette ulus için iyiye yorumlanamazdi. Bundan dolayi, ulusu uyarip harekete getirmek gerekli idi. Bu amaçla 28 mayis 1919 günü, valilere ve bagimsiz mutasarrifliklara, Erzurumda On Besinci Kolordu, Ankarada Yirminci Kolordu ve Diyarbakirda On Üçüncü Kolordu Komutanliklarina, Konyada Ordu Müfettisligine genelge ile su yolda bildirimde bulundum:


Izmire ve daha sonra ne yazik ki Manisaya ve Aydina düsmanin girisi, gelecek tehlikeyi daha açik olarak sezdirmistir. Yurt bütünlügümüzün korunmasi için, ulusal tepkilerin daha canli olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gereklidir. Ulusal yasayisi ve bagimsizligi bozan düsmanin yurda girisi ve yurt parçalarini koparip almasi gibi olaylar bütün ulusa kan aglatmaktadir. Üzüntüler dindirilemiyor. Ulusun katlanamayacagi ve dayanamayacagi bu olaylarin hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabirsizlikla beklendigi yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çesitli illere göre, pazartesi baslayip çarsamba gününe dek gerekli islemlerin arkasi alinarak, yapilacak büyük ve coskun toplantilarla ulusal gösterilerde bulunulmasi ve bunun köylere varincaya dek her yerde yapilmasi ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babialiye25 etkili telgraflar çekilmesi ve yabancilarin bulundugu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte, ulusal gösterilerde düzenin son derece korunmasi ve Hiristiyan halka karsi bir saldiriya ve düsmanlik gösterisine benzer davranislardan sakinilmasi çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarli ve etkili bulundugunuzdan, isin iyi yönetilecegine ve basarilacagina tam güvenim vardir. Sonucun bildirilmesini rica eylerim.


ULUSAL GÖSTERI TOPLANTILARI


Verdigim bu yönerge üzerine her yerde gösteri toplantilari yapilmaya baslandi.
Yalniz sayili yerlerde, bazi kuruntular yüzünden, duraksamalar oldugu anlasilmistir. Örnegin: On Besinci Kolordu Komutaninin Trabzon ile ilgili olarak gönderdigi 9 haziran 1919 günlü kapali telden (belge: 21): "Gösteri toplantisi sirasinda Rumlarin uygunsuz davranislarda bulunabilecekleri ve hiç yoktan kötü bir olay çikabilecegi düsünülerek, gösteri toplantisina karar verilmis iken bu kararin uygulanmadigi.... gösteriyi düzenleyen kurulun toplantisinda Istrati ve Polidisin de bulundugu" anlasiliyordu.
Trabzon, Karadeniz kiyisinda önemli bir merkez oldugundan, orada ulusal girisimler ve çalismalarda kararsizca davranis ve Yunanlilara karsi yapilacak ulusal gösterilerle ilgili görüsmelerde Istrati ve Polidis Efendileri bulundurmak gibi, girisimin ciddi olmadigini gösterecek gevseklikler, elbette Istanbul ve düsmanlar için pek degerli sayilacak belirtilerdir.
Verdigim yönergedeki temel düsünceyi kötüye kullanacak kadar ustalik gösterenler de oldu. Örnegin: Sinopa yeni atanan bir mutasarrif, orada yapilan gösterileri kendisi yönetiyor ve gösteri kararlarini kendisi yazip halka imza ettirdigini söylüyor ve bize de bir örnegini gönderiyor. Bu adamin zavalli halka gürültü patirti arasinda imza ettirdigi uzun yazilar içinde su satirlar gizleniyordu: "Türkler ilerleyip gelisemediyse ve Avrupanin uygarlik ilkelerini kabul edip sindiremediyse bu, simdiye degin iyi bir yönetime kavusamadigindan ileri gelmistir. Türk ulusu, ancak kendi padisahinin buyrugu ve egemenligi altinda olmak kosuluyla Avrupanin gözetim ve denetiminde kurulacak bir yönetim örgütü ile yasayabilir."
Baylar, Sinop halki adina Itilâf devletleri temsilcilerine verilen 3 haziran 1919 günlü bu andirinin altindaki imzalara göz gezdirirken müftü vekili efendinin imzasinin yaninda gördügüm imza, bilginize sundugum satirlari yazan ve yazdiran ruhu bulup çikarmama yaradi. 0 imza, Hürriyet ve Itilâf Firkasi ikinci baskani olan kisinin imzasi idi.


ULUSAL GÖSTERILERIN YANKILARI


Her yerde gösteriler yapilmasi için bildirimler yaptigim günden üç gün sonra, Harbiye Nazirinin 31 mayis 1919 günlü su telini aldim:


Ingiltere Olaganüstü Komserliginden Babiâliye bildirilip Harbiye Nazirligina gönderilen nota örnegi asagiya çikarilmistir:
Bugüne degin gelen raporlardan Üçüncü Kolordu bölgesinde her zaman görülebilecek haydutluk olaylarindan baska bir sey olmadigi bilinmekle birlikte, son notada ileri sürülen olaylar üzerine özel sorusturma yapilarak sonucunun ivedilikle bildirilmesini rica ederim.


31.5.1919 Harbiye Naziri
Sevket


Örnek
1 - Sivasin bugünkü durumu ve adi geçen sehirde ya da bu sehrin yakininda çok sayida toplanmakta bulunan Ermeni siginiklarinin26 esenligi üzerine en son olarak oldukça kaygi verici haberler aldigimi yüksek katiniza bildirmekle ün duyarim.
2 - Bundan dolayi, askeri komutanin görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunmasi ve gözetilmesi icin elden gelen bütün tedbirlerin alinmasini kesin olarak belirten ve herhangi bir sekilde öldürme ya da kötü davranis olursa kendisinin dogrudan dogruya sorumlu tutulacagini bildiren bir telin Yüksek Harbiye Nazirliginca adi geçen komutana ivedilikle çekilmesi yolunda buyruk verilmesini yüksek katinizdan rica ederim.
3 - Bu yönergeye benzer yönergelerin ilgili sivil yöneticilere de ayrica gönderilmesini rica ederim.
4 - Yurt içindeki düzensizlik üzerine yüksek katinizin hakli olarak ne kadar kaygili bulundugunu bildigim için yüksek katiniza ayrica isbu (..........) uyulacagi kanisindayim.
5 - Söz konusu olan yönergenin gönderilme tarihi üzerine verilecek bilginin beni pek çok sevindirecegini bildiririm.


Sivas vali vekilliginden aldigim 2 Haziran 1919 günlü bir telyazida da: "Bugün Albay Dömanj (Demange) imzasiyla alinan telde (Izmire Yunanlilarin girisi üzerine Aziziyede Hristiyanlarin ölümle korkutuldugu ögrenilmistir. Bu ise uygun degildir. Size haber veriyorum ki bu durumlar, müttefik askerlerinin ilinize girmesine sebep olur.) anlaminda bildirim yapilmaktadir ... " denilmekte idi.
Gerçekte, ne Sivasta kaygi verici bir durum vardi, ne de Hristiyanlar ölümle korkutulmustu. Bunu, ulusça yapilmaya baslanilan gösteri toplantilarindan kaygilanan ve bunu amaçlarinin gerçeklesmesine engel sayan Hristiyan azinliklarin, yabancilarin dikkatini çekmek için bile bile yaydiklari uydurma haberler olarak kabul etmek gerektir (belge: 22, 23, 24). Harbiye Nazirliginin nota örnegini içine alan teline verdigim karsiligi oldugu gibi bilginize sunacagim.


Istihbarat 3 Haziran 1919
Çok ivedidir.
sayi 58


Harbiye Nazirligi Yüksek Katina


K: 2 Haziran 1919 sifre:
Sivas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve daha sonra siginanlari korkutacak hiçbir olay geçmemistir. Ne Sivasta, ne de çevresinde kaygi verecek hiçbir durum yoktur. Herkes sessizce kendi is ve güçleriyle ugrasmaktadir. Bunu kesin olarak ilginize sunar ve inanmanizi dilerim. Su duruma göre, Ingiliz notasindaki haberlerin nereden çiktigini benim bilmem gerekir. Düsmanin Izmir ve Manisaya girisiyle ilgili aci haber üzerine Müslüman halkin yaptigi ve Hiristiyan azinliklara karsi hiçbir düsmanlik duygusu gütmeyen toplantilardan kimi kisilerin ürkmüs olmalari düsünülebilir. Itilâf devletleri, ulusumuzun haklarina ve bagimsizligina saygili kaldikça ulus da yurt dokunulmazliginin kesinligine güvendikçe Müslüman olmayan halkin korkuya düsmesine hiçbir sebep yoktur. Bu konuda devlete karsi her türlü sorumlulugu yüklenir ve buna tam olarak güvenilmesini dilerim. Ama, bagimsizligi ve ulusal varligi yok eden ve ulusun hayatini tehlikeye düsüren düsmanin yurda girisi, cana kiymasi ve her türlü saldirilari gibi, Izmir yöresinde görülegelen olaylarin ve benzerlerinin bas göstermesine karsi ne ulusun coskusunu ve iç acisini, ne de bundan dogan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyecegim gibi bu yüzden ortaya çikacak olaylarin karsisinda da sorumluluk yüklenebilecek ne komutan, ne sivil yönetici, ne de hükümet düsünürüm.
Mustafa Kemal


Bu nota örnegiyle verdigim karsiligin örnegi bütün komutanlara, vali ve mutasarriflara genelge ile bildirildi.
O günlerde Ingiliz Muhipler Cemiyetiyle birlik olarak bütün ulusça Ingiltereden yardim istenmesinin, bu dernek adina, Sait Molla imzasiyla bütün belediye baskanliklarina bir telle bildirildigini ve bu teli etkisiz birakmak için, ulusu geregi gibi aydinlatmakla birlikte, hükümet katina basvurmaktan geri kalmadigimi da ögrenmissinizdir (belge:25). Bundan baska, 27 mayis 1919 günü "Türkiye Havas - Royter" adindaki ajansin, toplanan Saltanat Surasi27 ile ilgili olarak verdigi haberler arasinda: "Bütün üyelerin düsüncesi, Türkiyenin büyük devletlerden birinin yardimini saglamak üzerinde toplanmistir" haberini yaymasi üzerine Sadrazama: "Ulusun, bagimsizligini korumaya kararli oldugunu ve bütün kötü sonuçlara karsi her türlü özveriyi göze aldigini ve ulusal vicdani yansitmayan haberlerin kaygi verici tepkiler dogurdugunu" yazmakla birlikte, bütün ulusa da bu durumu nasil bildirdigimi baska bir açiklama sirasinda söylemistim.
Sadrazam Ferit Pasanin Parise, bilinen çagrilisi üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk toplanti günlerinde bazi demeçler vermistim. Bu konuda düsünce ve davranisimin ne oldugunu açiklamak amaciyla su belgeyi oldugu gibi bilginize sunacagim:


Sifre Havza
Ivedidir 3.6.1919
Kisiye özel


Samsunda Üçüncü Kolordu Komutani Refet Beyefendiye
Erzurumda On Besinci Kolordu Komutani Kâzim Pasa Hazretlerine
Canik Mutasarrifi Hamit Beyefendiye
Erzurum Valisi Münir Beyefendiye
Sivas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretlerine
Kastamonu Valisi Ibrahim Beyefendiye
Ankarada Yirminci Kolordu Komutani Ali Fuat Pasa Hazretlerine
Konyada Yildirim Birlikleri Müfettisi Cemal Pasa Hazretlerine
Diyarbakirda On Üçüncü Kolordu Komutan Vekili Cevdet Beyefendiye
Van Valisi Haydar Beyefendiye


Fransa siyasal temsilcisi Bay Döfrans'in (Defrance) sadrazamlik yüksek katina gelerek Osmanli Devletinin haklarini konferansta savunmak için Parise gidebileceklerini bildirdigi, Dahiliye Nazirliginin resmi bildirimlerinden ve ajans yayinlarindan anlasilmistir. Ulusumuzun Izmir olayi üzerine gösterdigi ulusal tepki ve böylece bagimsizligi koruma konusunda beliren kesin direnisinin sonucu olan bu serefli durum övülmege deger. Ama, böyle oldugu halde Yunanlilar Izmir iline girmekten alikonulmus degildir. Her halde ulusun, haklarini bilir ve onu çignetmemek için parçalanmaz bir bütün olarak ölesiye savasa hazir oldugunu Itilâf devletlerine karsi göstermeye ve tanitlamaya devam edildikçe adi geçen devletlerin ulusumuzu sayar ve haklarini tanir olacaklarina kusku yoktur.
Sadrazam Pasa Hazretlerinin konferansta Osmanli Devletinin haklarini savunmak için büyük çaba gösterecekleri tabiidir. Ancak, ulusça kesin olarak savunulmasi istenilen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanir. Birincisi, kesin olarak devlet ve ulusun tam bagimsizligi. Ikincisi de yurtta çogunlugun azinliklara feda edilmemesidir.
Bu konuda, Parise gitmeye hazirlanan kurulun görüsü ile ulusal vicdanin kesin istegi arasinda tam bir uygunluk gerekir. Böyle olmazsa ulus, çok güç durumda ve düzeltilemez olupbittiler karsisinda kalabilir. Bu kaygiyi doguran nedenler sunlardir: Sadrazam Pasa Hazretleri, duydugumuz demecinde Ermeni özerkligi ilkesini kabul etmis oldugunu bildirdi. Bunun sinirini bildirmedi. Bundan, dogu illeri halki elbette üzüntü duydu ve durumun açiklanmasini istemek zorunda kaldi. Toplanmis olan Saltanat Surasinda da, hemen bütün üyeler, ulusal bagimsizligin korunmasini ve ulus alinyazisinin bir ulusal kurultay eline birakilmasini istedikleri halde, yalniz Hükümetin dayandigi Itilâf ve Hürriyet Firkasi adina, baskan Sadik Bey Ingilterenin koruyuculugunu istemeyi yazili olarak önerdi. Genis bir Ermenistan özerkligi ve Devletin bir yabanci devlet koruyuculugunun kabulü konularinda ulusal istekle bugünkü hükümetin görüsü arasinda uygunluk olmadigi görülüyor. Sadrazam Pasa Hazretleriyle yaninda gidecek kurulun, ulus haklarini savunmada uyacaklari ilkeler ve program ulusça bilinmedikçe, yukarida bilgilerine sunulan noktalarda kaygilanmaktan geri durulamaz. Bundan dolayi, illerdeki ve illere bagli yerlerdeki Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi Ilhak derneklerinin temsilci kurullarinca ve bu derneklerin kuruluslari tamamlanamayan yerlerde de Belediye Kurullarinca Sadrazam Pasa Hazretlerine ve dogrudan dogruya Padisah Hazretlerine telyazilariyla basvurularak ulusal bagimsizligin tam dokunulmazligi ve ulus çogunlugu haklarinin korunmasi ilkesinin ulusun temel kosulu oldugu bildirilmeli ve gidecek kurulun buna göre savunma ilkelerini ulusa resmi olarak ve açikça duyurmasi istenmelidir. Ulusun davranisi üzerine, gidecek kurulun savunmaya çalisacagi ilkelerin gerçekten ulusun istegi oldugu Itilaf devletlerince bilinecek ve elbette daha çok önemle göz önünde tutulacagi için, kurulun görevi kolaylasacaktir. Bu düsüncelerin gerekenlere tezelden ulastirilmasini ve bildirilmesini, yurdumuzun alinyazisi adina yüce ve yurtsever kisiliginizden önemle rica ederim. Bu telin alindigi zamanin bildirilmesini de rica ederim.
Mustafa Kemal


ISTANBULA GERi ÇAGRILISIM


Bu tarihten bes gün sonra, yani 8 haziran 1919 da Harbiye Nazirinin beni Istanbula çagirdigini ve gizli olarak sormam üzerine kimlerin istegiyle ve niçin çagrildigimi, devlet büyüklerinden bir kisinin bildirdigini daha önce yaptigim bir açiklama sirasinda söylemistim. Bu bilgiyi veren devlet büyügü, Genelkurmay Baskanligi görevinde bulunan Cevat Pasa idi. Bunun üzerine, Istanbul ile yapilmis yazismalarin bir kismi herkesçe ögrenilmistir. Bu yazismalar, Erzurumda görevimden çekildigim güne degin degisik Harbiye Nazirlariyla ve dogrudan dogruya saray ile süregelmistir.
Anadoluya geleli bir ay olmustu. Bu süre içinde bütün ordularin birlikleriyle iliski ve baglanti saglanmis ve halk elden geldigince aydinlatilarak uyarilmis, ulusça örgütlesme düsüncesi yayilmaya baslamisti. Isler, artik bir komutan kimligi ile yürütülüp yönetilemeyecekti. Yapilan çagriya uymamak ve gitmemekle birlikte, ulusal örgütler kurmaya ve ulusal ayaklanmayi yönetmeyi sürdürdügüme göre, bas kaldirir duruma girdigim kusku götürmezdi. Bundan baska ve özellikle uygulamaya karar verdigim girisim ve yürütümlerin köklü ve sert olacagini tasarlamak güç degildi. Bundan dolayi girisim ve yürütümlerin bir an önce kisisel olmak niteliginden çikarilmasi ve bütün ulusun birlik ve dayanismasini saglayacak ve yansitacak bir kurul adina yapilmasi çok gerekli idi.


SIVASTA GENEL BIR ULUSAL KONGRE TOPLAMA KARARI


Bunun için, 18 haziran 1919 günü Trakyaya verdigim yönergede isaret ettigim bir noktanin uygulanmasinin zamani gelmis bulunuyordu. Hatirinizdadir ki o nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birlestirecek, bunlari bir merkezden yönetmek ve adlarina is görmek üzere, Sivasta genel bir ulusal kurultay toplamakti. Bu amaçla emir subayim Cevat AbbasBeye 21/22 haziran 1919 gecesi Amasyada söyleyip yazdirdigim genelgenin baslica noktalari sunlardi:
1 - Yurdun bütünlügü, ulusun bagimsizligi tehlikededir.
2 - Istanbuldaki hükümet, üzerine aldigi sorumlulugun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmus gibi gösteriyor.
3 - Ulusun bagimsizligini yine ulusun kesin karari ve direnisi kurtaracaktir.
4 - Ulusun durumunu ve davranisini göz önünde tutmak ve haklarini dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmus ulusal bir kurulun varligi çok gereklidir.
5 - Anadolunun her yönden en güvenli yeri olan Sivasta ulusal bir kongrenin tezelden toplanmasi kararlastirilmistir.
6 - Bunun için bütün illerin her sancagindan, halkin güvenini kazanmis üç delegenin olabildigince çabuk yetismek üzere hemen yola çikarilmasi gerekmektedir.
7 - Herhangi bir kötü durumla karsilasilabilecegi düsünülerek bu is, ulusal bir sir gibi tutulmali ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8 - Dogu illeri adina 10 temmuzda Erzurumda bir kurultay toplanacaktir. O güne degin öteki il delegeleri de Sivasa ulasabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sivasta yapilacak genel toplantiya katilmak üzere yola çikarlar (belge: 26).


Görüyorsunuz ki bu yazdirdiklarim, çoktan vermis ve dört gün önce Trakyaya bildirmis oldugum bir kararin Anadoluya da genelge ile bildirilmesinden baska bir sey degildir. Bu kararin 21/22 haziran 1919 gecesi, karanlik bir odada alinmis korkunç ve gizemli28 yeni bir karar olmadigi kolaylikla anlasilir sanirim.
Bu noktanin aydinlanmasi için isterseniz küçük bir açiklamada bulunayim.
Baylar, o müsvedde iste su kagitlardir, dört maddeliktir, içindekileri söyledim. Altinda benim imzam vardir. Bir de, görevi dolayisiyla, kurmay baskanim bulunan Albay Kâzim Beyin (simdi Izmir valisi Kâzim Pasa), kurmaylarimdan bildirim isleriyle görevli Hüsrev Beyin (simdi elçi), askerî makamlara sifre eden29 emir subayim Muzaffer Beyin ve sivil orunlara sifre eden bir sivil görevlinin imzalari vardir. Bundan baska daha bazi imzalar vardir.
Bu imzalarin, bu müsveddeye konmasi güzel bir talih ve raslantidir.


ADINI SAKLAYAN BIR TANIDIGIN AMASYAYA GELMESI


Daha Havzada bulundugum sirada, Ankarada bulunan Yirminci Kolordu Komutani Ali Fuat Pasadan bir kapali tel aldim. Bu tel: "Tanidiginiz bir kisi kimi arkadaslarla Istanbuldan buraya gelmistir. Ne yapmalarini buyuruyorsunuz?" anlaminda idi. Sanki bir bilmeceyi andiran bu tel, beni hem pek çok ilgilendirdi hem de sasirtti. Söz konusu kisiyi taniyorum. Benden ne yapacagini soruyor. Ankaradan arkadasim olan güvenilir bir komutanin yaninda. Tel de kapali teldir. O halde neden adini kapali olarak bile yazdirmaktan çekiniyor? Epeyce düsündüm. Anlar gibi oldum. Kestirilebilir ki bilmece çözmekle ugrasacak zamanim yoktu. Ama, Fuat Pasayi yakindan görmek; bölgeleri, çevreleri, düsünceleri üzerinde görüsmek bence çok istenilir bir seydi. Bu bilmeceli telin uyandirdigi düsünceyle kendisine su ricada bulundum: "Ankaradan ayrildigimizi belli etmeyecek biçimde gereken düzenlemeleri yaptiktan sonra ad ve kilik degistirerek birkaç gün için ivedilikle yanima geliniz. Istanbuldan gelen arkadaslari da birlikte getiriniz."
Gerçekten, Fuat Pasa dedigim gibi Havzaya dogru yola çikar. Ama, bazi zorlayici nedenlerden dolayi, hemen Havzadan ayrilip Amasyaya gitmem gerekmisti. Fuat Pasa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasyaya yönelir. Iste böylece 21/22 de Amasyada yanimda bulunuyor. Adi, kapali telde bildirilmeyen kisi de Rauf Bey idi.
Istanbuldan ayrilmak üzere, evimden otomobile binecegim sirada Rauf Bey oraya gelmisti. Binecegim vapurun izlenecegini ve Istanbulda iken yakalamadiklarina göre, belki de Karadenizde batirilacagimi güvenilir kimselerden isitmis, onu bildirdi. Ben Istanbulda kalip tutuklanmaktansa batip bogulmayi yegledim ve yola çiktim. Kendisine de, önünde sonunda Istanbuldan çikmak zorunda kalirsa benim yanima gelmesini söyledim.
Rauf Bey gerçekten Istanbuldan çikmak geregini duymus ve çikmis; ama benim yanima gelmedi. Arkadasi olan 56. Tümen Komutani Albay Bekir Sami Beyle bulusmak istemis ve Izmir savasboyuna daha yakin bir yerde daha etkili ve daha yararli olacagini sanarak Bandirma-Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmis. Gittigi yerde, halkin içgücünü30 yitik, durumu öldürücü ve korkunç görmüs. Hemen adini degistirerek oradan Ödemis, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye - Sivrihisar yoluyla ve araba ile de Ankaraya Fuat Pasanin yanina gelmis ve bana basvurmus. Pek güzel ama, adini saklayarak beni üzmenin anlami var miydi ?
Öte yandan, Onuncu Kolordu Komutanim olup Samsun Mutasarrifliginda biraktigim Refet Beyi artik Sivasa, Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç kez, gelmesi için emir vermistim. Bölgesinde geziye çikmis. Emirlerime bile karsilik alamiyordum. En son, o da bir raslantiyla, o gün gelmisti.


RAUF VE REFET BEYLERIN KARARSIZLIGI


Simdi imza isine gelelim: Ben müsveddenin yeni gelen arkadaslarca da imzalanmasini istedim. O sirada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Pasa baska bir odada bulunuyorlardi.
Rauf Bey, konuk oldugundan bu müsveddeye imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmedigini, incelikle söyledi. Bunun bir tarihsel ani degerinde oldugunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.
Refet Bey imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplamaktaki amaç ve yarari anlayamadigini söyledi.
Istanbuldan beri yanimda getirdigim bu arkadasin - tuttugumuz yola göre- anlasilmasi pek kolay olan bir iste böyle düsünüs ve duyusu bana çok aci geldi. Fuat Pasayi çagirttim. Pasa, düsüncemi anlayinca hemen imza etti. Fuat Pasaya Refet Beyin çekinmesi nedenini anlayamadigimi söyledim. Fuat Pasa Refet Beyi biraz siki sorgulayinca, Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine özgü bir isaret koydu. Öyle bir isaret ki bunu bu müsveddede bulmak biraz zordur. Buyurun, merak eden inceleyebilir.
Baylar, gereksiz gibi görülebilen bu açiklama, sonraki yillar ve olaylarla ilgili bazi karanlik noktalari aydinlatmaya yarar düsüncesiyle yapilmistir.


ISTANBULDAKI BAZI KIMSELERE GÖNDERDIGIM MEKTUP


Kongreye çagri genelgesi, sivil ve askeri makamlara sifreli olarak gönderildi. Bundan baska, Istanbulda bulunan kimi kisilere de gönderildi. Ancak, bu kisilere ayrica bir de genelge niteliginde mektup yazdim. Kendilerine mektup yazdigim kisiler sunlardi:
Abdurrahman Seref Bey, Resit Akif Pasa, Ahmet Izzet Pasa, Seyit Bey, Halide Edip Hanim, Kâra Vasif Bey, Ferit Bey (Nafia Naziri31 idi), Sulh ve Selâmet Firkasi32 Baskani Ferit Pasa (sonradan Harbiye Naziri oldu), Câmi Bey, Ahmet Riza Bey.
Bu mektupta söyledigim noktalari özet olarak bildirecegim:
1 - Yalniz mitingler ve gösteriler, büyük amaçlari hiçbir zaman gerçeklestiremez.
2 - Bunlar ancak dogrudan dogruya ulusun bagrindan dogan ortak güce dayanirsa kurtarici olur.
3 - Aslinda, aci olan durumu öldürücü biçime sokan en keskin etmen, Istanbuldaki karsi akimlar ve ulusal erekleri zararli bir biçimde desteksiz birakan siyasal ve ulus yararina aykiri propagandalardir. Bunun cezasini yurdumuzun nasil çektigini pek çok görmekteyiz.
4 - Artik Istanbul Anadoluya egemen degil, bagli olmak zorundadir.
5 - Size düsen özveri pek büyüktür (belge: 27).


ALI KEMAL BEYIN GENELGESI


25 hazirana degin Amasyada kaldim. Hatirlarsiniz ki, o günlerde Dahiliye Nazirligi görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevimden çikarildigim ve artik benimle hiçbir resmi islem yapilmamasi ve hiçbir istegimin yerine getirilmemesi konusunda sifre ile bir genelge yayinlamisti.
23 haziran 1919 gün ve 84 sayili olan bu genelge, dikkate deger bir anlayisi gösterir belge oldugu için, oldugu gibi bilginize sunacagim:


Dahiliye Naziri Ali Kemal Beyin 23.6.1919 gün ve 84 sayili sifresinin açilmis örnegidir.
"Mustafa Kemal Pasa büyük bir asker olmakla birlikte, bugünün siyasasini o derece bilmedigi için, olaganüstü yurtseverlik ve çaba gösterdigi halde, yeni görevinde hiç basarili olamadi. Ingiliz Olaganüstü Temsilcisinin istegi ve üstelemesi üzerine görevinden alindi ve alindiktan sonra yaptiklari ve yazdiklari ile de bu kusurlarini daha çok açiga vurdu. Reddi Ilhak dernekleri gibi, Karesi33 ve Aydin dolaylarinda Müslüman halki haksiz yere kirdirmaktan ve böyle bir durumdan yararlanarak halki haraca kesmekten baska bir is görmeyen; emirsiz, saygisiz ve kanunsuz kurulan bazi kurullar için öteden beri çektigi tellerle de siyasadaki yanilmalari yönetimde de artirdi. Adi geçenin Istanbula getirilmesi Harbiye Nazirligini ilgilendiren bir görevdir. Ama Dahiliye Nazirliginin size kesin buyrugu, artik o kisinin görevinden çikarilmis oldugunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmi isleme girismemek, hükümet isleriyle ilgili hiçbir istegini yerine getirmemektir. Bu yönergeye uygun is görmekle ne gibi sorumluluklarin ortadan kalkacagini anlayacaginizi biliyorum. Bu önemli ve korkulu dakikalarda memur olsun, halktan olsun, her Osmanliya34 düsen en büyük ödev, baris konferansinca kaderimiz üzerine karar verilirken ve bes yildir yaptigimiz deliliklerin hesaplari görülürken artik aklimizi basimiza devsirdigimizi göstermek; akillica ve tedbirlice davranislara uymak; parti, mezhep, irk anlasmazliklarini gözetmeksizin herkesin hayatini, malini, irzini korumakla uygarlik dünyasi karsisinda bu yurdu bir daha lekelememek degil midir?"


ALI KEMAL BEY VE PADISAH


Bu genelgeden ancak Sivasa vardigim 27 haziran 1919 günü haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 haziran günü bu genelgesiyle düsmanlara ve Padisaha karsi önemli bir görev yaptiktan sonra 26 haziran 1919 günü Hükümetten çekilmistir. Ali Kemal Beyin Sadrazama verdigi resmi çekilme yazisindan baska, Saraya gidip Padisaha kendi eliyle verdigi çekilme yazisi örnekleri ve sözlü olarak bildirdikleri ve Padisahin ona verdigi karsilik hakkinda çok sonra bilgi edindim.
Ali Kemal Bey, çekilme yazilarinda, özellikle Padisaha sundugunda: "Osmanli ülkesinin çesitli yerlerinde birden basgösteren ayaklanma ve kargasalik belirtileri üzerine, ayaklanma atesinin hemen ve yayilmadan durdurulup söndürülmesi ve yokedilmesi için tedbir almak, yalniz kendi makamini ilgilendirirken, Padisahtan gördügü yakin ilgiyi ve güveni çekemeyen bazi arkadaslarimin birçok bos özürler ileri sürerek ayaklanmanin genislemesine yol açmakta olduklarindan" söz ettikten sonra; "resmî görevinden çekilmekle birlikte özel olarak hizmet edecegini ve bagliliktan ayrilmayacagini" yazisina ekliyor ve sözlü olarak da: "Resmî görevden ayrilmami firsat sayan hasimlarimin saldirislarindan kulunuzu koruyunuz" diye yalvariliyor.
Padisah, buna karslik: "Beni büsbütün yalniz birakmayacagina güveniyorum. Bagliliginiz bana büyük umut ve teselli vermistir. Saray her dakika size açiktir, Refik Beyle isbirligi yapmaktan ayrilmayiniz" gibi oksayici sözler söylüyor (belge: 28).
Bagliligindan Padisahin büyük umut ve teselliye kapildigi Ali Kemali, nazirlik görevinde ve Padisahin yaninda gördükten sonra, onu bir de asil gerçek görevi basinda görelim,
Caniniz sikilmazsa, Sait Mollanin Rahip Fru'ya yazdigi mektuplardan birini gözden geçirelim:
"Ali Kemal Beye son felaketi üzerine üzüntü duydugumuzu söyledim. Bu degerli kisiyi elde bulundurmak gerek. Bu firsati kaçirmayalim. Bir armagan sunmak için en uygun zamandir."
"Ali Kemal Bey dün o kisi ile görüsmüs. Basin isinde biraz agirdan almak gerektigini söylemis. Bir kere herhangi bir gidisten yana çevrilen düsünür ve yazarlari öncekine aykiri bir amaca yöneltmek bizde kolay olmaz. Bütün resmi görevliler ulusal ayaklanmayi simdilik iyi görüyorlar, demis. Ali Kemal Bey, yönergenize eksiksiz uyacak. Zeynelabidin partisiyle de isbirligi yapmaya çalisiyor. Kisacasi, isler bulandirilacak."
Bu mektupta bir çikma yapilmis, simdi onu da okuyalim: "Çikma: Bir kaç kezdir söylemek istedigim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Pasaya ve onu tutanlara biraz arka çikar gibi görünmeli ki kendisi tam güvenle buraya gelebilsin. Bu ise olaganüstü önem veriniz. Kendi gazetelerimizle onu destekleyemeyiz."
Bu belgeler üzerinde sirasi gelince, daha çok bilgi veririm. Simdilik bu kadar yeter.


ALI GALIP BEY SIVASTA


Ali Kemal Beyin, Amasyada iken daha duymadigimi söyledigim genelgesi, memurlarin ve halkin kafalarini gerçekten karistirmis. Her yerde eksik olmayan yikici ruhlu kimseler, hemen bana karsi propagandaya ve çalismaya girismisler.
Bu yoldaki baltalayici gösterilerin ve islerin en önemlisi Sivasta düzenlenmeye baslanmis.
Izin verirseniz bunu kisaca anlatayim: Dahiliye Naziri Ali Kemal Beyin genelge ile verdigi buyrugun tarihi olan 23 haziran günü, Sivasta Ali Galip Bey adinda bir kisi, on kadar adamiyla hazir bulunuyormus. Bu kisi, Istanbuldan, Elazig Valisi olarak gönderilmis olan Kurmay Albay Ali Galiptir. Sözde, ilin ikinci derecede memurlari olmak üzere, birtakim adamlari da Istanbuldan seçmis, yaninda götürüyor.
Ali Galip, yolu üzerinde bulunan Sivasta durmus. Özel görevi bulundugu belli olan Ali Galip, orada hemen kendinden yana etkin kisiler bulmus. Görevini iyi uygulamak için düzen kurmaya baslamis.
Dahiliye Nazirliginin, beni kötüleyen buyrugu gelir gelmez, çalisma baslamis. Sivas sokaklarinda benim "hayin, bas kaldirmis, zararli bir adam" oldugum yolunda, duvarlara yaftalar yapistirilmis.
Kendisi de bir gün, Sivasta vali bulunan Resit Pasa merhumun yanina giderek, Dahiliye Nazirliginin buyrugundan söz açtiktan sonra, Sivasa gidersem bana karsi nasil davranacagini sormus.
Resit Pasa, ne yapilabileceginin açiklanmasini istemis. Ali Galip: "Ben senin yerinde olsam hemen kollarini baglar, tutuklarim ve senin de böyle yapman gerekir" demis.
Resit Pasa, bu isin bu denli kolay olacagina inanamamis; görüsme epey uzamis. Görüsmeye katilanlar çogalmis. Üstelik bir kisim halk, verilecek karari anlamak üzere toplanmis.
Bugün, haziranin 27 nci günüdür. Gözlerimizi, yeniden bu noktaya dönmek üzere, bir an için bu levhadan ayiralim ve Amasyaya çevirelim.


SIVASA GIDIS


Ayin yirmibesinci günü, Sivasta beni kötüleyici birtakim uygunsuz olaylar geçmeye basladigini ögrendim. 25/26 haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Beyi çagirdim ve: "Yarin sabah karanlikta Amasyadan güneye gidecegiz" dedim. Bu gidisimiz gizli tutularak hazirlik yapilmasi için emir verdim.
Bir yandan da Besinci Tümen Komutani ve kurmaylarimla, gizli olarak, su tedbiri kararlastirdik: Besinci Tümen Komutani tümeninden seçme subay ve erlerle olabildigince güçlü bir atli piyade birligini hemen o geceden baslayarak çabucak kuracakti. Ben, 26 haziran sabahi karanlikta arkadaslarimla birlikte otomobil ile Tokata gitmek üzere yola çikacaktim. Birlik, kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sivasa dogru gönderilecek ve benimle baglanti kurulacakti. Gidisimiz, hiçbir yere telle bildirilmeyecek ve elden geldigince Amasyada da açiga vurulmayacakti.
26'da Amasyadan yola çiktim. Tokata varir varmaz telgrafhaneyi göz altina aldirarak benim varisimin Sivasa ve hiçbir yere bildirilmemesini sagladim. 26/27 gecesini orada geçirdim, 27'de Sivasa dogru yola çiktim. Otomobille Tokattan Sivasa asagi yukari alti saattir.
Sivas valisine, Tokattan Sivasa gelmek üzere yola çiktigimi bildiren açik bir tel yazdim. Imzayi "Ordu Müfettisi" diye attirmistim.
Telde, özel bir düsünce ile, yola çikis saatimi bildirmistim. Ama bu telin, ayrilisimdan alti saat sonra çekilmesini ve o zamana degin hiçbir yoldan Sivasa bilgi verilmemesini saglayacak tedbirleri aldirdim.
Simdi baylar, gözlerimizi yeniden Sivasta biraktigimiz levhaya çevirelim.
Ali Galip Beyle Resit Pasa arasinda bana karsi ne gibi bir islem yapilacaginin tartisilmasi sahnesine... Tartismanin kizistigi bir sirada, Resit Pasanin eline benim Tokattan çekilen telimi verirler. Resit Pasa, hemen Ali Galip Beye uzatir: "Iste kendisi geliyor; buyurun, tutuklayin!" der. Resit Pasa, telde yazili olan yola çikis saatini görünce hemen kendi saatini çikarir, bakar; sonra da: "Efendim, geliyor degil, gelmis olacaktir" der.
Bunun üzerine Ali Galip: "Ben tutuklarim dedimse, benim ilim içinde olursa tutuklarim, demek istedim" deyince toplantida bulunanlari bir heyecan kaplar. Hep birden: "Haydi öyle ise karsilamaya gidelim" diyerek toplantiya son verirler.
Ancak, sehrin ileri gelenleri ile, halkla ve askerle parlak bir karsilama hazirligi yapabilmek için biraz zaman kazanmak gerektigini; oysa, hesapça benim, Sivas sehri kapilarina degin yaklasmis olacagimi göz önünde bulundurarak beni, sehrin yakininda bulunan Ziraat Nümune Çiftliginde biraz dinlendirmenin yolunu aramislar. Vali Pasa, karargâhimin saglik baskani olup daha önce, gerekli örgütleri kurmak için Sivasa göndermis oldugum Talî Beyi çagirtarak, bu görevin yapilmasini ondan rica etmis ve karsilama hazirliklarini bitirince hemen kendisinin de yanimiza gelecegini söylemis.
Gerçekten, tam Nümune Çiftligi yakininda, karsimiza çikan bir otomobilin içinden Talî Bey göründü. Otomobillerden indik, çiftligin avlusunda oturduk. Talî Bey, anlattigim durumu ayrintilariyla açikladiktan sonra, görevinin beni burada biraz oyalamak oldugunu söyleyince hemen ayaga kalktim: "Çabuk otomobillere ve Sivasa!" dedim.
Bunun nedenini anlatayim. O anda hatirima gelen su idi: Karsilama töreni yapacagiz diye Talî Beyi aldatmis olabilirler ve gerçekte ters bir düzen yapmak için zaman kazanmak isteyebilirlerdi. Otomobillere binmek üzere iken Sivas yönünden baska bir otomobil yanimiza yaklasti. Içinde Vali Pasa vardi.
Resit Pasa: "Efendim, birkaç dakika daha dinlenmez misiniz?" diye söze basladi. "Yarim dakika bile dinlenmek istemiyorum. Hemen gidecegiz ve sen benim yanima gel" dedim.
- Efendim, dedi, sizin yaniniza Rauf Bey binsin; ben arkadaki otomobille de gelirim.
- Hayir, hayir! dedim, siz buraya...
Bu basit tedbirin neden alindigi kendiliginden anlasilir.
Sivas sehrine vardigimizda, caddenin iki yani büyük bir kalabalik ile dolmus, askeri birlikler tören durusu almis bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek askeri ve halki selamladim.
Bu görünüs, Sivasin saygideger halkinin ve Sivasta bulunan yigit subay ve erlerimizin bana ne denli bagli oldugunu ve sevgi besledigini belirten canli bir tanik idi.
Bundan sonra, dogruca Kolordu Komutanligina gittim ve hemen Ali Galibi ve onun yardakçisi olduklarini anladigim fesatçilari getirttim. Onlara ne yaptigimi açiklayarak, aslinda epey yorgunluk verdiginden süphe etmedigim ayrintilari uzatmak istemem.
Yalniz bir noktayi belirtmekle yetinecegim.
Baylar, bu Ali Galip, karsilastigi kötü durumdan sonra gizli diyecekleri oldugunu söyleyerek, geceleyin yalnizca yanima gelmek istedi. Kabul ettim. Davranislarinin dis yüzüne önem vermemekligimizi rica ile, Elazig valiligini kabul ederek gelmekten amacinin, benim yolumda hizmet etmek oldugunu ve Sivasta kalisinin, benimle bulusup buyruk almak için oldugunu açiklamaya ve bin türlü kanitla bizi inandirmaya çalisti ve sabaha dek oyalayarak basari da sagladigini saklamayip söylemeliyim.


ERZURUMA GIDIS


Sivasta kurulan örgütler ve yapilacak isler üzerine gerekenlere yönerge verdikten sonra, hiç uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahinda bir bayram günü, Sivastan Erzuruma dogru yola çikildi.
Bir haftalik sikintili bir otomobil yolculugundan sonra 3 temmuz 1919 günü, halkin ve askerin içten gelen gösterileri arasinda, Erzuruma varildi. Istanbul Hükümetinden gelebilecek yikici bildirimleri denetlemek ve durdurmak için haberlesme kanali olan önemli merkezlerde gereken tedbirlerin alinmasi için bütün komutanlara, 5 temmuz 1919 tarihinde buyruk verdim (belge:29).
Komutan, Vali ve Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Subesi ile görüsüldü. Vali Münir Bey, Istanbul Hükümetince görevinden çikarilmisti. Gitmeyip Erzurumda kalmasini bildirmem üzerine daha Erzurumda bulunuyordu. Bitlis valiliginden ayrilip Istanbula gitmek üzere Erzurumdan geçen Mazhar Müfit Bey de Münir Bey gibi Erzurumda beni bekliyordu.


ULUSAL AMAÇ YOLUNDA ORTAYA ATILMAK KARARI


Bu iki vali beyle, On Besinci Kolordu Komutani Kâzim Kara Bekir Pasa ve yaninda bulunan Rauf Bey, eski Izmit Mutasarrifi Süreyya Bey ve karargâhimdan Kurmay Baskani Kâzim Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, Doktor Refik Bey arkadaslarimla önemli bir görüsme yapmayi uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulmasi zorunlu olan yolu anlattim.
Bu arada en elverissiz durumlari, genel ve kisisel tehlikeleri, sirasina göre nelerin göze alinmasi zorunlu olacagini açikladim: "Ulusal amaçlarla ortaya atilacaklarin yok edilmesini düsünenler bugün yalniz Saray, Istanbul Hükümeti ve yabancilardir. Ama bütün halkin aldatilabilecegini ve bize karsi duruma çevrilebilecegini de düsünmek gerektir. Önder olacaklarin, her ne olursa olsun, tutulan yoldan dönmemeleri, yurtta barinabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye degin amaç ugrunda özveriyi sürdüreceklerine isin basinda karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanlarin ise girismemeleri çok daha iyi olur. Çünkü, böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmis olurlar.
Bir de, söz konusu görev, resmî makam ve üniformaya siginarak el altindan yapilamaz. Böyle bir tutum, bir ölçüye degin yürüyebilir. Ama, artik o dönem geçmistir. Açikça ortaya çikmak ve ulusun haklari adina yüksek sesle bagirmak ve bütün ulusun, bu sese katilmasini saglamak gerektir.
Benim, görevden çikarildigim ve her türlü sonuçla karsi karsiya bulundugum kusku götürmez. Benimle açikça isbirligi yapmak, o sonuçlari simdiden kabul etmektir. Bundan baska, söz konusu ettigimiz durumun istedigi adam, daha birçok bakimlardan da, ille ben olabilecekmisim gibi bir iddia yoktur. Yalniz, her halde bu yurt çocuklarindan birinin ortaya atilmasi zorunlu olmustur. Benden baska bir arkadas da düsünülebilir. Yeter ki o arkadas, bugünkü durumun gerektirdigi yolda yürümeyi kabul etsin." dedim.
Bu konusma ve açiklamadan sonra hemen bir karar almak uygun olmayacagindan bir süre düsünmek ve özel konusmalar yapabilmek için görüsmelere son verdigimi bildirdim.
Yeniden toplandigimizda, isin basinda benim bulunmami istediler ve kendilerinin bana yardimci ve destek olacaklarini bildirdiler. Yalniz bir arkadas, Münir Bey, önemli özrü dolayisiyla bir süre için kendisinin eylemli görev almaktan bagislanmasini rica etti. Ben, görünüste görevden ve askerlikten ayrildiktan sonra, simdiye degin oldugu gibi, üst komutan imisim gibi buyruklarimin yerine getirilmesinin basari için temel kosul oldugunu söyledim. Bu da eksiksiz onaylandiktan sonra toplantiya son verildi.
Baylar, Istanbulda Genelkurmay Baskanligi katinda, görevden ayrilan Cevat Pasa ile göreve baslayan Fevzi Pasadan ve Baris Hazirliklari Komisyonunda çalisan Ismet Beyden baslayarak, Erzuruma gelinceye degin, her yerde gördügüm ve karsilastigim komutan, subay, her türlü devlet adamlari ve ileri gelen kisilerle, burada, Erzurumda yaptigim gibi görüsmeler ve anlasmalar yapmistim. Bunun yararini degerlendirebilirsiniz.


ERZURUM KONGRESI HAZIRLIKLARI


Erzuruma varisimin ilk günlerinde, Erzurum Kongresinin toplanmasini saglamak için gerekli tedbirleri almakla ugrasmaya önem verildi.
Baylar, Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin, 5 mart 1919 günü, bir çalisma kurulu meydana getirilerek kurulmus olan Erzurum subesi, Trabzon ile de anlasarak 1919 yili temmuzunun onuncu günü Erzurumda bir Dogu Illeri Kongresi toplamaya giristi. Benim daha Amasyada bulundugum günlerde, haziran içinde, dogu illerine delege göndermeleri için öneri ve çagri mektubu yolladi. Illerden delege getirtilmesi için, o günden baslayarak benim Erzuruma varisima degin ve ondan sonra da, bu konuda olaganüstü çaba gösterdi.
Ama, o günlerin kosullari içinde böyle bir amacin gerçeklestirilmesindeki güçlügün büyüklügü, kolaylikla anlasilir. Kongrenin toplanma günü olan 10 temmuz yaklastigi halde illerden gerekli delegeler seçilip gönderilmiyordu.
Oysa, bu kongrenin toplanmasini saglamak artik pek önemli bir is olmustu. Bundan dolayi, bizim saglam tedbirler almamiz gerekti.
Illerin herbirine açik bildirimler yapmakla birlikte, bir yandan da kapali tellerle valilere, komutanlara geregi gibi bildirimler yapildi. Sonunda, on üç gün gecikme ile yeterince delege toplanabildi.
Baylar, ulusal ayaklanmayi ordunun desteklemesi, askerin ve halkin çalismalarini birbiriyle düzenli duruma getirmek, önemli bir konu idi.
Trabzondaki tümeni, komutan vekili yönetiyordu. Asil komutani Halit Bey Bayburtta gizlenmisti. Halit Beyi, gizlendigi yerden çikarmak, iki bakimdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, Istanbula çagirilmanin ve bu çagriya gitmemenin korkulacak, gizlenilecek nitelikte olmadigini halka ve özellikle askerlere göstererek iç gücünü35 yükseltmek gerekiyordu. Bir de, kiyida önemli bir yer olan Trabzona disaridan bir saldiris olursa oradaki tümenin basinda atesli bir komutan bulundurmak uygun olacakti.
Bunun için, Halit Beyi Erzuruma getirttim. Ona, kendim özel bir yönerge verdikten sonra, gerektiginde hemen tümenin basina geçmek üzere Maçkada bulunmasi için emir verdirdim.
Biz bu islerle ugrasirken, bir yandan da Istanbulda Harbiye Nazirligi makaminda bulunan Ferit Pasanin ve Padisahin, Istanbula dönmemi saglamak için sürüp giden aldatici tellerine de, türlü karsiliklar vermekle zaman yitirmek zorunda bulunuyorduk.
Harbiye Nazirligi: "Istanbula gel" diyordu. Padisah: "Önce hava degisimi al, Anadoluda bir yerde otur; ama bir ise karisma." diye basladi. Sonunda, ikisi birlikte: "Ille gelmelisin." dedi.


RESMI GÖREV VE YETKILERI BIRAKARAK ULUSUN SEVGISINE, CÖMERTLIGINE VE YIGITLIGINE GÜVENMEK VE BÖYLECE GÖREVE DEVAM ETMEK KARARI


"Gelmem" dedim. En sonra, 8/9 temmuz 1919 gecesi, Sarayla açilan bir telgraf basi konusmasi sirasinda, birdenbire perde kapandi ve 8 hazirandan 8 temmuza degin, bir aydir süren oyun son buldu. Istanbul, o dakikada benim resmî görevime son vermis oldu; ben de o dakikada, 8/9 temmuz 1919 gecesi saat 10.50 sonrada36 Harbiye Nazirligina, saat 11.00 sonrada Padisaha görevimle birlikte askerlik mesleginden çekildigimi bildiren telleri çekmis oldum.
Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmî görev ve yetkiden ayrilmis olarak, yalniz ulusun sevgisine, cömertligine ve yigitligine güvenerek ve onun bitmez uyarici ve yaratici kaynagindan37 aydinlanip güçlenerek38 vicdanimizin gösterdigi yolda görevimizi yapmaya devam ettik.
Biz 8/9 temmuz gecesi Istanbul ile telgraf basinda konusurken, bunu baska dinleyenlerin ve bununla ilgilenenlerin de bulundugunu kestirmek güç degildir.
O günlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimiyle bönlüklerini uyaniklik ve tedbir gibi göstermeye çalismis olanlar hakkinda, bir fikir vermis olmak için, izin verirseniz, su belgeyi oldugu gibi bilginize sunmak isterim.


140-140
Konyadan
9 Temmuz 1919
Saat: 6
Üçüncü Ordu Müfettisligi Basyaverligine


Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 6/7 temmuz gecesi, telgrafla makine basinda konustular. Konusmanin su yolda geçtigini ögrendim:
"Mustafa Kemal Pasa Hazretleri için gereken islem yapildi. Istanbula getirilecek. Cemal Pasa Hazretleri için de islem yapilmak üzeredir."
Konya valisi de: "Tesekkür ederim" dediler.
Pasa Hazretlerine uygun göreceginiz biçimde bildirmenizi rica ederim.


Ikinci Ordu Müfettisligi
Sifre Müdürü
Hasan


MERSINLI CEMAL PASANIN ISTANBULA GITMESI


Gerçekten, Konyada bulunan Ikinci Ordu Müfettisi Cemal Pasanin on gün süre ile izinli olarak Istanbula gittigini dört gün önce ögrenmis ve sasmistim.
Cemal Pasa ile, Samsuna çiktigimdan beri, ulusal amaçlari gerçeklestirmek için isbirligi yapma, askeri ve ulusal örgütler kurma konularinda yazismamiz vardi. Kendisinden umut verici, olumlu karsiliklar almistim.
Benim ile bu yolda iliski kurmus olan bir komutanin, kendi kendine, izin alip Istanbula gitmesi akla sigacak is degildi. Bunun için, 5 temmuz 1919 günlü kapali tel ile Konyada On Ikinci Kolordu Komutani Albay Salâhattin Beye su iki maddeyi yazdim:


1 - Cemal Pasanin on gün için Istanbula gidisinin gerçek nedenini açikça ve tezelden bildirmenizi;
2 - Sizin, her ne olursa olsun, oradaki birliklerin basindan ayrilmaniz uygun degildir. Bu konuda Fuat Pasa ile de haberleserek olabilecek en kötü davranislara karsi tedbir almaniz gereklidir. Her gün, durumunuz üzerine kisa bilgi vermenizi rica ederim.
Bu kapali telin örnegini o gün Ankarada Fuat Pasaya da bildirdim.
Salâhattin Beyin Konyadan 6/7 temmuz günü, yani Refik Halit Beyin Konya Valisi Cemal Beyle telgraf basinda konustugu sirada, karsilik olarak çektigi kapali telde: "Cemal Pasa Istanbulda kimi kisilerle ve ailesiyle görüsmek üzere on gün süre ile ve kendi istegiyle izinli olarak Istanbula gitmistir." denilmekte idi (belge: 30, 31, 32, 33).
Cemal Pasa gitti, ama gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali Riza Pasa kabinesinde Harbiye Naziri görecegiz.


KOMUTAYI BIRAKMAMAK BUYRUGU


Ne yazik ki, bu durumu bilen ve kendisine birliklerin basindan ayrilmamasi salik verilen Salâhattin Beyin de bir süre sonra Istanbula gittigini ögrendik. Cemal Pasanin gösterdigi bu kötü örnek üzerine 7 temmuz 1919 günü su genel bildirimi yaptim:


1 - Bagimsizligimizi koruma ugrunda derlenip örgütlenmis olan ulusal kuvvetlere hiçbir yönden karisilamaz ve dokunulamaz. Devletin ve ulusun alinyazisinda, ulusal irade etmen ve egemendir. Ordu, bu ulusal iradeye bagli ve onun hizmetindedir.
2- Müfettis ve komutanlar, herhangi bir nedenle, komutanliktan çikarildiklarinda, yerlerini alacak kisiler, isbirligi yapilacak nitelikte olursa, komutayi birakacaklar; ama etkili bulunduklari bölgede kalarak ulusal görevlerini yapmaya devam edeceklerdir. Olmazsa, yani bir ikinci Izmir olayina meydan verebilecek kimseler atanirsa, komuta hiç birakilmayacak ve bütün müfettis ve komutanlarca, güven ve inanin kalmadigi ileri sürülerek yapilan isleme uyulmayacaktir.
3 - Yurdumuzu kolaylikla ele geçirmek amaciyla, Itilâf devletlerince yapilan baski sonunda, Hükümet herhangi bir askeri birligimizi ve ulusal örgütümuzü dagitmak için buyruk verirse, kabul edilmeyecek ve uygulanmayacaktir.
4 - Istek ve amaci ulusal bagimsizligi saglamak olan Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi IIhak cemiyetleri ile bunlarin girisimlerinin bozulup dagilmasina yol açacak herhangi bir etkiyi ve karismayi ordu, kesin olarak önleyecektir.


5 - Devletin ve ulusun bagimsizligini saglama ugrunda bütün sivil devlet memurlari, Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi IIhak cemiyetlerinin, ordu gibi, türeye uygun yardimcilaridir.
6 - Yurdun herhangi bir bölgesine saldiran olursa bütün ulus, haklarini savunmaya hazir bulundugundan, bu gibi olaylar çikinca isbirligi için her yer birbirine en kisa zamanda haber vererek savunmada birlik saglanacaktir.


Bu bildirim, Anadolu ve Rumelide bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarina ve baska gerekenlere gönderilmistir.


REFET BEYIN ÜÇÜNCÜ KOLORDU KOMUTANLIGINI BIRAKMASI


Bu genel bildirimden bes alti gün sonra, Kavak'tan "Üçüncü Kolordu Komutani Refet" imzali, 13 temmuz 1919 da yazilmis bir kapali tel aldim. Tel sudur:
"Istanbuldan bir Ingiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Baskani Albay Salâhattin Bey, beni degistirmek üzere geldi. Benim de o gemi ile dönmemi Harbiye Nazirligi emrediyor. Salâhattin Bey, amaca uygun olarak çalisacak. Genel duruma göre komutayi adi geçene birakmayi uygun buldum ve Harbiye Nazirligina görevden çekildigimi bildirdim. Ayrica genis bilgi veririm. Sivasa dogru yola çikiyorum. Besinci Tümen Komutani Arif Bey araciligi ile Amasyaya karsilik veriniz."
Baylar, açikça söylemeliyim ki, bu tutum ve davranisi pek begenmedim. Refet Beyin benimle olan isbirligi, Istanbulca biliniyor. Bu çalismalardan yana olan bir kisi, onu degistirmeye ve hem de Ingiliz gemisiyle gelince, hemen düsünülecek sey, bu kisinin Ingiliz görüsüne uygun is görebilecegine güvenilmis olmasidir. Bu yargi, bir sani niteliginde olsa bile, Refet Beyin komutayi hemen vermemesi, hiç olmazsa bizim de düsüncemizi sormasi gerekirdi.
Inanip komutayi verdigine göre de, hiç olmazsa bir süre yanindan ayrilmayip durumu ve görüslerimizi iyice benimsetinceye dek birlikte çalismasi ve kendisi ile aramizda gerekli baglantiyi kurduktan sonra uzaklasmasi dogru olurdu, düsüncesinde bulundum. Bununla birlikte, olupbitti karsisinda birakilmis olduguma göre, iki noktada avunç aramakla yetinmek zorunda kaldim. Birincisi, Refet Beyin telindeki: "Salâhattin Bey amaca uygun olarak çalisacak" cümlesi; öteki de, Refet Beyin hiç olmazsa Istanbula gitmemis olmasi idi.
Bu durum üzerine: "komutanlarin Istanbula gitmek konusunda en küçük bir yanilmalarinin pek pahaliya mal olacagini, gene de programimizi iyi uygulamaya devam edecegimizi" bütün komutanlara bildirerek hemen dikkatlerini çektim. Refet Beye de o gün (14 temmuz 1919): "Salâhattin Beyin kararlarimizi iyi uygulayacagi, buradaki arkadaslar arasinda pek çok sevindirici ve güçlendirici olmustur" cümlesini de içine alan bir kapali tel çektirdim.


14 Temmuz 1919


Amasyada Besinci Tümen Komutanligina


Refet Beyedir: Asagidaki teli uygun görürseniz Salâhattin Beye ulastiriniz ve sonucunu bildiriniz. Mustafa Kemal


Salâhattin Beyefendiye: Istanbulun kapali çevresinden, ulusun mutlu kucagina gelmeniz ve özverili arkadaslarinizin dayanç39 ve yurtseverlik çevresine girmeniz büyük bir sevinçle karsilandi. Kutsal amacimizin gerçeklestirilmesi ugrunda gösterilecek ortak çabada Tanri hepimizi basarili kilacaktir. Gözlerinizden öperim. (Mustafa Kemal)


Üçüncü Ordu Müfettisligi Kurmay Baskani Albay
Kâzim


Salâhattin Bey üzerinde ilk kuskuyu gene, Salâhattin Beyin "amaca uygun çalisacagini" söyleyerek ona güvenen ve hemen komutayi birakip Sivasa dogru uzaklasan Refet Bey göstermis oldu.
Refet Beyin Amasyadan çektigi bir tel, yalniz Salâhattin Bey üzerindeki kuskuyu degil, daha birkaç nokta ile ilgili düsünceleri de kapsiyordu. Izin verirseniz oldugu gibi bilginize sunayim.


Ivedidir. Amasyadan
Güvenlikle ilgilidir. 15.7.1919
719


Erzurumda On Besinci Kolordu Komutanligina
Mustafa Kemal Pasa Hazretlerine:
Salâhattin Beyi tanirsiniz. Birdenbire ürkmemesi gereklidir. Önce Kâzim Pasa, kutlama dolayisiyla, yumusak sözler kullanarak kendisiyle yazismaya girismelidir. Hamit Beyin görevden çikarilmasi konusunda daha bir sey yok. Ama yerinde birakilmasi için gereken yerlere basvuruldu. Görevden çikarilirsa buralarda kalacagini pek ummuyorum. Bununla birlikte, gene etki yapiyorum. Benim dönmem için Ingilizlerin Hükümete baski yapacaklari kusku götürmez. Ben, duruma göre, gereken yollara basvurarak buralarda kalacagim. Ingilizlerden ve buradan geçen Amerikalilardan anladigima göre, Kâzim Pasanin durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü davranilmasini ve islerin iyi yönetilmesini yeniden salik veririm. (Refet)


5. Tümen Komutani
Arif


Bu telde adi geçen Hamit Bey, Samsun mutasarrifi idi, Hamit Bey, Samsuna varisimizin ilk günlerinde Refet Beyin, geçmisteki dostlugu dolayisiyla, ortak amaç yolunda sonuna dek bizimle birlikte özveri ile çalisacak nitelikte bir arkadas olduguna güvendigi için bana salik verdigi ve benim Sadrazamliga ve özel olarak, Genelkurmay Baskani Cevat Pasaya yazmam üzerine Samsuna getirebildigimiz kisi idi.
Böyle bir kisinin er geç görevden çikarilacagi kusku götürür müydü? Ama, Refet Bey: "Yerinde birakilmasi için gereken yerlere basvuruldu." diyor. Nereye? Kimlerin katina? Kim basvurdu? Sonra: "Görevden çikarilirsa buralarda kalacagini pek ummuyorum, bununla birlikte gene etki yapiyorum" diyor. Nereye, Istanbula mi gidecek, nasil? Bu kisi bugüne degin bizimle çalismiyor muydu?
Bu telinde Refet Bey, kendisinin dönmesi için Ingilizlerin Hükümete baski yapacaklarini kesin görüyor ve duruma göre gereken yollara basvurarak buralarda kalacagini söylüyor. Oysa durum belli ve yapilacak isi ben kendisine 7 temmuz 1919 günlü genel yönergemde bildirdim (Adi geçen yönergenin ikinci maddesi). Ondan baska yapilacak is yoktu.
Refet Bey, Ingilizlerden ve buradan geçen Amerikalilardan anlamis ki: "Kâzim Pasanin da durumu tehlikelidir." Bu ne demektir? En çok siki durmalari gereken arkadaslarin, iyilik düsünmeyecekleri besbelli olan kimselerin sözleri üzerine tehlike kuruntusu yapmalari ve bunu inançla söylemeleri neyi gösterir ?
Refet Bey, telinin sonunda, bana da ders veriyor: "Her zaman ölçülü davranilmasini ve islerin iyi yönetilmesini yeniden salik veririm" diyor.
Buradaki "ölçülü" sözünden, ne anlam çikabileceginin yorumlanmasini anlayisli kisilere birakirim.
Bana iyi yönetimi salik veren kisi, bu ögütlemeyi, benim verdigim buyruk ve yönergeyi iyi uygulayip görevi basindan ayrilmadan önce yapmis olsaydi daha içten davranmis olurdu, sanirim.


HAMIT BEYIN ISTANBUL HÜKÜMETINCE GÖREVDEN ÇEKILMESI


Baylar, Hamit Bey, 14 temmuz 1919 günü Samsundan bana su kisa teli çekmisti:
"Görevden çikarildigimi saglam yerden ögrendim. Su bir iki gün içinde buyrugun gelmesini bekliyorum. Sonra Istanbula gidecegimi saygi ile bildiririm."
Refet Beyin komutayi birakmis olmasindan üzüntülü iken o gün, önemli bir kesimde özveri ile çalisacagini umdugumuz baska bir arkadasin da, sanki olagan kosullar içinde bulunuyormusuz gibi, anlasilmaz bir düsünüs göstermekte oldugunu ögrendim.
Hamit Beye 15 temmuz 1919 günü söyle bir tel yazildi:
"Kardesim Hamit Bey, sizin yerinize Ibrahim Ethem Beyin atandigini ögrendik. Refete yazdim ve bulusarak birlikte içeri dogru gelmenizi rica ettim. Bilmem hangi güven düsüncesi, size Istanbula gitmek istegini veriyor. Bundan baska, biz degerli arkadaslarimizi Istanbuldan Anadoluya çekip çikarmaya ve böylece gerçek yurtseverleri dileklerinden yoksun etmemeye çalisirken siz, bu davranisinizla, en azindan, kapali bir çevreye giriyorsunuz. Biz hiç uygun görmedik. Refetle bulusunuz. Ya Sivas yakinlarinda birlikte kalirsiniz ya da rahatça bizim yanimiza gelirsiniz. Kesin cevap bekleriz" (belge: 34).
Bes gün sonra (20 temmuz 1919) Canik Mutasarrifi Hamit Beyin Samsundan gelen teli su idi:
Bizansin artan alçakliklari karsisinda umutsuzluga düsen ulus, Dogudan bir umut isigi bekliyor.
Buralari ve buradakileri öyle düssel bir biçim ve yaratilista görüyorlar ki acaba bir sey var mi diye ben de kuskuya düsüyorum. Ilgisizligimden utaniyorum.
Gerçekte uyumuyoruz. Bir sey yapmak istiyoruz. Ama bu seyin biçim ve kuramlariyla ugrastigimiz, uzun yollar seçtigimiz kanisindayim. Zaman ve durum, beklemeye elverisli degildir. Yurdun durumu dakikadan dakikaya kötülesiyor. Bunun için sözümüzü kisa kesip isleri çabuklastirmak gerekiyor. Bu konuda benim aklima gelen sudur:
Her yerden ve hep birden Padisah Hazretlerine tel çekelim. On aydan beri gözü önünde ve çok zaman kendi istek ve hevesince olup biten alçakliklarla nereye sürüklenmekte oldugunu gören ulusun, ne olursa olsun, kendi kaderine yön vermeye karar verdigini hatirlatalim ve kirk sekiz saat içinde ulusun güvenebilecegi bir hükümet kurulmaz ve kurucular meclisinin toplantiya çagirilmasi karar altina alinmazsa, ne kendisini ne de hükümetini tanimadigimizi bildirelim. Bunda hiçbir zorluk yok, geleneksel boyun kirmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamizdan gelsin efendim.
Bes gün önce, görevden çikarilirsa Istanbula gidecegini bildiren Canik Mutasarrifinin bu telini, biraz kizginca yazilmis olmakla birlikte, karar ve çalisma ögütleyen bir nitelikte buldugunuzu umarim.
Mutasarrif Bey, ulusun bir umut isigi bekledigi yerde, acaba bir sey var mi diye kuskuya düsüyor.
Bizi, ne yapmak istedigini bilmeyen, biçim ve kuramlarla ugrasan saskinlar saniyor. Sözü kisa kesip isleri çabuklastirmak için yapilacak seyi de söylüyor. Eger bundan sonra bütün görüslerindeki yersizligi belirten çirkin bir düsünceyi ortaya koymasaydi iyi ederdi.
Baylar, tarih, "geleneksel boyun kirmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamizdan gelsin" düsünce ve inancinda bulunanlarin karsilastiklari sonuçlar ve cezalarla doludur. Yöneticilerin, özellikle devlet adamlarinin, böyle yanlis ve çürük düsüncelere hiç kapilmamalari gerekir. Hamit Bey, bu telinde, bizim Refet Beyle birlikte içerlere çekilmesi konusunda yazdiklarimiza hiç deginmiyor.
Hamit Beyin bu teline 21 temmuz 1919 günü verdigimiz bir karsilikta sunu söyledik: "Tanri dilerse her sey olacaktir. Yalniz, ulusun güvenecegi bir hükümet kurmak için önce o hükümete destek olacak bir kuvveti yaratmak gerekir. O da, dogu illeri kongresinin ve ondan sonra da Sivas genel kongresinin toplanmasiyla olacaktir."


REFET BEYLE YAZISMALAR


Baylar, Üçüncü Kolordudan, dolayisiyla Refet ve Salâhattin Beylerden gene söz açmak gerekiyor. Iliski sudur:
Ingilizler, Sivasa bir tabur gönderecekleri haberini yaydilar. Olabilecek herseye karsi, Sivasa gelen çesitli yollar boyunca askerî tedbirler aldirmak gerekti. Bunun için Amasyada bulunan Besinci Tümen Komutanligina 18 temmuz 1919 günü yazdigim bir buyrukta, o sirada Amasyada bulunan Refet Beyle ilgili olarak da su cümleler vardi: "Duruma Refet Beyin önemle dikkati çekilir. Belki Refet Bey böyle bir durumu göz önünde tutarak simdilik Amasyada kalmayi daha uygun bulur."
Besinci Tümen Komutaninin 19 temmuz 1919 da verdigi karsilikta dikkati çeken su cümleler vardi: "Salâhattin Bey daha Samsundadir. Simdiye degin kendisiyle görüsemedigim gibi hiçbir gerçek ve önemli yazisma da yapilmadigindan, adi geçenin düsünce ve görüsünün ne yolda oldugunu bilemiyorum. Ama Refet Bey, gerektiginde Ingilizlere karsi koyacak kadar atilganlik gösteremeyecegini sezdirmisti. Refet Bey, 18 temmuz 1919 da Sivasa dogru yola çikti." (belge:35)
Bunun üzerine Refet Beye su kapali teli çektirdim:


Sifre l9 Temmuz 1919
Kisiye özeldir.
Sayi
151


Amasyada Besinci Tümen Komutanligina
Sivasta Üçüncü Ordu Saglik Müfettisi
Albay Ibrahim Talî Beyefendiye


Refet Beyedir: Salâhattin Beye telimi verdiniz mi? Bu arkadasimizin kesin görüslerinin her halde ögrenilmesi ve kararsizlik ya da iki yüzlü davranis gibi felaket doguracak bir duruma hiçbir sekilde göz yumulmamasi bir yurt ödevi oldugundan bu konuda "evet" ya da "hayir" diye kendisinden söz alinmasi ve ona göre bir karar verilmesi çok gereklidir. Sizin biraktiginiz yerden baslamak, kendileri için tek programdir. Simdiye degin hemen bir hafta oldugu halde hiçbir kesin bilgi alinmamasi ve Istanbuldan alinan bir yazida, adi geçen için saglam bir güven gösterilmemesi ve yola çikmadan önce Sadik Beyle gizli bir görüsmesinden ve dostlugundan söz edilmesi ve yakinilmasi bu telimin yazilmasina yol açmistir. Bunu ve bunun sonuçlarini özellikle sizin anlamaniz ve çözümlemeniz gereklidir. Çünkü, herhangi bir halk toplulugunda söyleyecegi yanlis ve ulusal amaca aykiri bir tek sözün bile yapacagi ters etkiyi ve bunun yaratacagi durumu simdiden düsünmek yeter. (Mustafa Kemal)


Üçüncü Ordu Kurmay Baskani Albay
Kâzim


Yalniz bu telimize degil çok seye karsilik olan Refet Beyin su telini oldugu gibi bilginize sunacagim:


Güvenlikle ilgili ve Sivastan
çok ivedidir. 22.7.1919
1728
Erzurumda Üçüncü Ordu Müfettisligi Vekili
Kâzim Kara Bekir Pasa Hazretlerine


1 - Mustafa Kemal Pasa Hazretlerine: Telinizi Salâhattin Beyden ayrildiktan sonra aldigim için kendisine veremedim. Salâhattin Beyi herkes gibi siz de çok iyi tanirsiniz. Kararsiz yaratilisli bir kisi. Bu bölgede on günden çok kalmamak düsüncesi ile gelmis. Az kaldi, komutayi almadan geri kaçacakti. Kendisine güven ve inan vererek yurt ödevini hatirlattim. Yurdunu her halde sever; ama vakitsiz is görmeye gelemez. Asagi yukari Vali Resit Pasadan biraz daha iyi. On Üçüncü Kolordudan gelen silâhlardan haberli oldugu gibi, bu isi düzenlemek için Istanbulda da çalismis ve basari göstermis. Buraya onu Cevat Pasa seçmis. Bu duruma göre, amaca zararli olamaz ve hiçbir halk toplulugunda amaca aykiri tek bir söz söylemez. Tersine, amaca göre, ama sessiz olarak çalisacagina söz verdi. Sadik Beyle iliskisi üzerine verilen bilgiye inanamiyorum. Aslina bakilirsa, aldigimiz haberi iyi belgelemeden ve belli bir program düzenlemeden çalismak, kuvvetlerin yitimine yol açiyor. Dogu durumu üzerine bana bilgi verirken, aldigimiz sisirme haberlere kapilmamis olsaydiniz, belki ben daha iyi bir yol tutar ve komutayi birakmak zorunda kalmazdim. Kendiliginden karar verecek kisilerin, gerçek durumu bilmeleri gerektigini siz de kabul edersiniz. Bunun için, Salâhattin Beyi bos yere ürkütmek ve "hayir" dedirtmekle ne çikacak? Aslinda, o kaçmaya hazir. Yerine acaba kim gelecek? Buyruklarinizin kisa ve açik olmasini rica ederim. Salâhattin Bey için olan telinizi zahmet edip bir daha okuyunuz. Firtina ile baslayip yavaslikla biten bu telden kesin düsüncenizi çikaramadim. Bununla birlikte, birkaç güne dek Salahattin Bey Samsundan dönüyor. Kendisiyle görüsecegim. Herhalde onu uygun bir yolla amaca göre çalistirmak için gerekli tedbirleri aliyorum.
2 - Samsuna çikarilan taburun, buradaki Hintli Müslümanlari degistirmekle birlikte, özellikle Sivasta bulundugunuzu sandiklari sizlere karsi bir korkutma amaci da güttüklerini, Ingilizlerle görüstügümde anladim. Beni Istanbula gitmeye kandirmak için, Kavakta bulundugum sirada bir Ingiliz binbasisi geldi. Ingilizlere gösterdigim direnmeden yararlanarak, sizi güçten düsürmek için beni aldirdiklarini açikça söyledi. Sizin öteki dayanaginiz, Kâzim Pasa imis; onun için Kâzim Pasa, Ingilizlerin üstelemesini gerektirecek bir ip ucu vermemelidir. Ferit Pasanin, siz görevden çekilirken, Kâzim Pasayi vekil olarak atamasi, Istanbuldakilerden kimisinin kötü bir düsüncesi olmadigini gösteriyor. Ama Ingilizlerin üstelemesi karsisinda bir sey yapamazlar. Kâzim Pasanin vekillige atanmasi da Salâhattin Beyin Sadik Bey hesabina buraya gelmedigini kanitlar.
3 - Benim Istanbula götürülmem için Ingilizler resmi olarak Istanbul Hükümetine baski yapabilirler. Çünkü, benimle Ingilizlerin arasinda resmi bir baglanti var (!). Bu baski artarsa Salâhattin Beyi güç bir durumda birakmamak için izimi kaybedecegim.
4 - Hamit Beyin degistirilmesi söylentisi henüz gerçeklesmedi. Onun, yerinde birakilmasi için gerek Salâhattin Bey (*) gerekse Ingilizler Istanbula basvurdular. Adi geçenin degistirilmek istenmesi, Dahiliye Nazirligi ile kavga etmesindendir. Salâhattin Beyin yerine Konyaya Sedat Beyin geldigi de dogru degildir. Her ne kadar bütün komutanlarin degistirilecegini haber aldigimi, adi geçen yaziyorsa da Kâzim Pasanin vekillige atanmasi bunun dogru olmadigini gösteriyor.
(*) Öteki Salâhattin Beydir.
5 - Sivas Kongresi ile ilgili olarak Sadrazamliktan dogruca illere gönderilen 20 temmuz 1919 günlü teli gördünüz mü? Karahisardaki Tümen Komutani, bu Kongreye delege seçimi için buralarda bildiri yayinlamis. Böyle bir davranisi uygun buluyor musunuz? Alman barisi ve Dogudaki sessizlik, durumun gelismesini bekleyerek, bizim de tedbirli bulunmakligimizi gerektirmiyor mu ? Kendim için hiçbir kaygim olmadigini artik anlamissinizdir(!). Yalniz, kararsiz ve programsiz davranislarla amaçtan ayrilacagiz. Ya tedbirli olalim ya da hemen isi açiga vuralim. Ama ikisinden birini yapalim. Sivas Kongresinin bugün için yararli olacagini umuyor musunuz? Bugünkü duruma göre bu kongrenin Sivasta ve açik olarak yapilmasini tehlikeli bulmuyor musunuz? Güney yönlerinden Sivasa gelecek bir baskin, özellikle bu il halkinin kansizligi yüzünden, Anadoluyu ikiye ayirir ve pek tehlikeli olur. Bunun için bu ilin, son günlere degin, tarafsizmis gibi görünmesi pek çok önemlidir. Bu Kongrenin ille toplanmasi gerekiyorsa, aldiginiz haberlere göre delegeler gelebileceklerse, acaba bunun doguda bir yerde toplanmasi daha uygun olmaz mi?
6 - Sivas ve Amasya sehirleri halki pek karisik; ilçelerde ve köylerdeki halk, bunlara göre pek çok iyi. Bundan sonra, ona göre çalismami düzenleyecegim.
7 - Istanbuldan aldigim haberde, buradaki ulusal ayaklanmanin, hiçbir parti ya da hiçbir kisinin özel isteklerini yerine getirmek için olmayip ulusal kurtulus ve bagimsizligin saglanmasi amaci ile yapildigini bildirmek üzere, sizin bir bildiri yayimlayarak Ingilizleri yatistirmaniz salik veriliyor. Gerekli görülürse ben bunun, sizin bir bildirinizle degil, belki Erzurum Kongresinin kararlari arasinda yayimlanmasinin uygun olacagini saniyorum.
8 - Ajanslar, Millet Meclisi seçimlerinden söz ediyorlar. Bu konuda ne düsünüyorsunuz ? (Refet)


Üçüncü Kolordu Kurmay Baskani
Zeki


Bu tele verdigimiz karsiligi da oldugu gibi bildirmekle yetinecegim.


Sifre 23.7.1919
Subay eliyle çekilmesi
Ivedidir.
171
Sivasta Üçüncü Kolordu Kurmay Baskani Zeki Beye
Refet Beyefendiye:


1 - Salâhattin Beyle ilgili teli bir daha okumak üzere aradim, ama bulunamiyor. Hatirladigima göre Salahattin Bey için söz konusu olan seyler Istanbuldan bildirilmisti. Her alinan haberi, istenildigi gibi belgelemek kolay olmuyor. Dogu durumu üzerine aldigimiz bilgiler asiriliktan uzak olmamakla birlikte, bize yanlis bir adim attirmis degildir, kanisindayim. Ulusun alinyazisi ile ilgili islerde, yalniz dogu olaylarinin gelisimi temeline dayanmakla yetinilmis degildir. Ulusal örgütlere genislik ve canlilik vermek; kongrelerle ulusal istekleri ortaya koydurmak; orduyu ulusal örgütlere yardimci kilmak; ulusal amacin yitimine meydan vermemek için komuta ve silah islerinde, bilinen kesin karari vermekte, yapildigindan baska türlü ve daha ölçülü davranmak, acaba bugünkü iyi sonucu verebilir miydi ? Herhalde simdiki durum herkesi sevindirecek niteliktedir.
2 - Kâzim Pasanin vekil olarak atanmasi pek uygun düsmüstür. Ingilizlerin üstelemesini gerektirecek bir ip ucu vermemeye çalisiyor. Ama, silah isinde ve Trabzona yapilacak bir çikarmayi önleme konusunda çekingen davranamayacagimiz açik bir gerçektir. Oysa, bu nedenler Ingilizlerin elbette hosuna gitmeyecektir.
3 - Ingilizler, benim Istanbula götürülmem için pek çok üstelediler ve Hükümeti iyiden iyiye baski altina aldilar. Hükümet ve Padisah ile, makine basinda günlerce süren konusmalarda isin bu yani pek açik olarak bildirildi. Bu konusmalarda neler geçtigi, bulusmamizda bilginize sunulacaktir. Ama, meslekten çekilince üsteleme son buldu. Bu duruma göre, sizin için de, görevden çekildikten sonra çok üsteleyeceklerini ummam. Bununla birlikte, is tersine de olsa, izinizi kaybetmektense Salâhattin Beyin güç duruma girmesini yeglerim. Burada Halit Bey için, Hükümet ve Ingilizler, Kâzim Pasayi çok sikistirdilar. Kâzim Pasa, birsey yapilamayacagini söylemekte direndiginden, simdi Halit Bey, resmi olmasa da, tümeninin basindadir.
4 - Hamit Bey, son bir teli ile hepimizden daha hizli is görmek istegini gösteriyor. Simdilik yumusatildi.
5 - Sivas kongresi ile ilgili teli daha görmedim. Gerçekten bazi yerlerde olumlu ve bazi yerlerde de olumsuz asiriliklar görülüyor. Elbette duruma göre verimli is görmek için tedbirli davranma istegindeyim. Herkes için bu kesin ve açik program, bugün toplantiya baslayan Erzurum Kongresi görüsmelerinden çikacaktir.
Sivas Kongresinden pek çok fayda beklerim. Bugün degil, Sivas Kongresi ilk söz konusu oldugu gün bile, her yerden ve özellikle Güneyden bir baskin gelmesini, çok olasi gördügümü ve bu nedenle savunma tedbirleri alinmasi için ricada bulundugumu hatirlarsiniz. Bununla birlikte, Erzurum Kongresinin toplantilari sirasinda, Sivasa gelecek delegelerin sayisina ve Erzurum Kongresinin yapacagi etkilerle dogacak duruma göre daha elverisli ve güvenli bir yöntem de düsünülür.
6 - Isleri düzenleme konusundaki, siz kardesimin görüsleri pek yerindedir. Bununla birlikte, sehirlileri de ulusal duygu ve etki altinda tutmaktan uzak kalinmayacagini umarim.
7 - Ulusal ayaklanmanin amaç ve eregi, kongrece her yere gönderilecek bildirilerle, düsündügümüz gibi yayilacaktir.
8- Millet Meclisi toplanmalidir. Ama Istanbulda degil, Anadoluda. Bu konu, kongrede görüsülecek ve bunun üzerine ise girisilecektir. Hepimiz gözlerinizden öperiz, kardesim. (Mustafa Kemal)


Üçüncü Ordu Müfettisligi Kurmay Baskani
Albay
Kâzim


ERZURUMLULARIN DESTEGI


Baylar, ben askerlikten çekilince, bütün Erzurum halkinin ve Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin Erzurum Subesinin bana, karsi pek açik olarak gösterdikleri güven ve yakinligin bende biraktigi unutulmaz izlenimleri burada açikça anmayi bir ödev sayarim.
Dernegin Erzurum Subesinden aldigim 10 temmuz 1919 günlü yazida: "Dernegin basina geçmemi ve Çalisma Kurulu Baskanligini kabul etmemi" öneriyorlar ve birlikte çalismak üzere ayirdiklari bes kisinin adlarini bildiriyorlardi.
Bu bes kisi: Raif Efendi, Emekli Binbasi Süleyman Bey, Emekli Binbasi Kâzim Bey, Albayrak Gazetesi Müdürü Necati Bey, Dursun Beyoglu Cevat Bey idi. Söz konusu ettigim yazida, Rauf Beyin de Çalisma Kurulu Ikinci Baskanligina seçildigi bildiriliyordu (belge: 36).
O günlerde, Erzurum Subesi Yönetim Kurulu Baskani Raif Efendi ve üye Haci Hafiz Efendi, Süleyman Bey, Maksut Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey, Kâzim Bey ve yazman Cevat Bey idi.
Erzurum Subesi, Istanbuldaki Genel Merkez Baskanligina ulastirmaya çalistiklari bir telle: "Genel Merkez adina söz söyleme yetkisinin bana verildiginin telle bildirilmesini" de rica ettiler (belge: 37).
Bundan baska, bizim Erzurum Kongresine girmemizi kolaylastirmak için, Kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmis olan Emekli Binbasi Kâzim ve Dursun Beyoglu Cevat Beyler delegelikten çekildiler.


ERZURUM KONGRESI


Baylar, bildiginiz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yili temmuzunun 23 üncü günü, pek gösterissiz, bir okul salonunda açildi. Ilk günü, beni baskanliga seçtiler. Kongre üyelerini durum ve bir kerteye dek, düsünülenler üzerinde aydinlatmak için yaptigim konusmada:
Tarih ve olaylarin sürükleyisiyle, gerçekten içine düstügümüz kanli ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan kabarip cosmayacak hiçbir yurtseverin düsünülemeyecegine isaret ettim. Ateskes Anlasmasi hükümlerine aykiri olarak yapilan saldirilardan ve yurda düsmanlarin girisinden söz açtim.
Tarihin, bir ulusun varligini ve hakkini hiçbir zaman tanimazliktan gelemeyecegini, bunun için de yurdumuzu, ulusumuzu, kötüleyici yargilarin yüzde yüz degerden düsecegini söyledim.
Yurt ve ulusun kutsal varliklarini kurtarma ve koruma konusunda son sözü söyleyecek ve bunun geregini yaptiracak gücün, bütün yurda bir elektrik agi gibi yayilmis olan ulusal akimdan dogan yigitlik ruhu oldugunu söyledim.
Içgücünün artirilmasina yaramak üzere de bütün zulüm görmüs uluslarin, ulusal amaçlarina ulasmak için, o günlerdeki çalismalari üzerine, elde edilen bazi bilgileri özetledim.
Ve ulusun kaderinde sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak Anadoludan dogabilecegini belirttim ve ulusal iradeye dayanan bir Millet Meclisi meydana getirmesini ve gücünü ulusal iradeden alacak bir hükümetin kurulmasini ilk çalisma eregi olarak gösterdim (belge: 38).


ERZURUM KONGRESININ BILDIRISI VE KARARLARI


Baylar, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalismasinin sonucu, düzenledigi tüzük ve bu tüzügün içindekileri herkese duyuran bildiridir.
Bu tüzük ve bildiri, o zamanin ve çevrenin gerektirdigi az önemli düsünceler çikarilarak incelenecek olursa birtakim köklü ve genis kapsamli ilkeleri ve kararlari ortaya koyabiliriz.
Izin verirseniz bu ilkeleri ve kararlari, benim daha o zaman nasi1 anladigimi açiklayayim:
1 - Ulusal sinirlar içinde bulunan yurt parçalari bir bütündür; birbirinden ayrilamaz (Bildiri, madde 6;Tüzük, madde 3 ün ayrintilari; Tüzük ve Bildirinin 1 inci maddeleri okunup incelensin).
2 - Ne türlü olursa olsun, yabancilarin topraklarimiza girmesine ve islerimize karismasina karsi ve Osmanli Hükümetinin dagilmasi halinde ulus, birlikte direnecek ve savunacaktir (Tüzük, madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3).
3 - Yurdun ve bagimsizligin korunmasina ve güvenliginin saglanmasina Istanbul Hükümetinin gücü yetmezse, amaci gerçeklestirmek için, geçici bir hükümet kurulacaktir. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir. Kongre toplanmamissa bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktir (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).
4- Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kilmak temel ilkedir (Bildiri, madde 3).
5 - Hristiyan azinliklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayricaliklar verilemez (Bildiri, madde 4).
6 - Yabanci devletlerin güdümü ve koruyuculugu kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).
7 - Millet Meclisinin hemen toplanmasini ve hükümet islerinin Meclis denetiminde yürütülmesini saglamak için çalisilacaktir (Bildiri, madde 8).


Bu ilke ve kararlar, türlü türlü yorumlanmissa da, temel nitelikleri hiç degistirilmeksizin uygulanabilmistir.
Baylar, biz, Kongrede özetledigim bu kararlari ve bu ilkeleri saptamaya çalisirken, Sadrazam Ferit Pasa da ajanslarla birtakim demeçler yayimliyordu. Bu demeçlere "Sadrazamin ulusu curnal etmesi" dense yeridir. 23 temmuz 1919 günlü ajansla, dünyaya sunu ilân ediyordu: "Anadoluda karisiklik çikti. Anayasaya aykiri olarak Millet Meclisi adi altinda toplantilar yapiliyor. Bu islerin sivil ve askeri memurlarca yasak edilmesi gerekir."
Buna karsi gereken tedbirler alindi ve Millet Meclisinin toplantiya çagrilmasi istendi (belge:39).
Agustosun yedinci günü kongre toplantisini kapatirken, kongre üyelerine:
"Önemli kararlar alindigini ve bütün dünyaya ulusumuzun varlik ve birliginin gösterildigini" söyledim ve: "Tarih, bu Kongremizi çok az görülebilen büyük bir eser olarak yazacaktir" dedim (belge: 40).
Sözlerimin yersiz olmadigini zaman ve olaylarin tanitladigi kanisindayim, baylar.
Erzurum Kongresi, tüzük geregince, bir Temsilciler Kurulu seçmisti.
Dernekler yasasina uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiligi katina sunulan 24 agustos 1919 günlü bildiride, Temsilciler Kurulu üyelerinin adlari ve kimlikleri söylece gösterilmisti:


Mustafa Kemal Eski Üçüncü Ordu Müfettisi, askerlikten
çekilmis
Rauf Bey Eski Bahriye Naziri
Raif Efendi Eski Erzurum Milletvekili
Izzet Bey Eski Trabzon Milletvekili
Servet Bey Eski Trabzon Milletvekili
Seyh Fevzi Efendi Erzincanda Naksî Seyhi
Bekir Sami Bey Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi Eski Bitlis Milletvekili
Haci Musa Bey Mutki Asiret Baskani
(belge: 41)


Baylar, yeri gelmisken sunu bilginize sunayim ki bu kisiler hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalismis degillerdir. Bunlardan Izzet, Servet ve Haci Musa Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemislerdir. Raif ve Seyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresine katilmislar ve ondan sonra biri Erzuruma, ötekisi Erzincana dönerek bir daha aramiza katilmamislardir. Rauf Bey ve Sivas Kongresinde aramiza katilan Bekir Sami Bey, Istanbuldaki Millet Meclisine gidinceye dek, bizimle birlikte bulunmuslardir.


ERZURUM KONGRESINDE GÖRÜLEN DURAKSAMALAR


Baylar, söz arasinda küçük bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemekligim düsünülmege deger görüldügü gibi, Kongreye katildiktan sonra da baskan olup olmamakligim üzerinde duraksayanlar bulunmustur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düsüncelerini iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, baska birtakim kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarina, tersine kötülük amaci güttüklerine daha o zaman kuskum kalmamisti. Örnegin, düsman casusu olup her nasilsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaslari gibi. Bu kisinin hayinligi, sonradan Trabzondaki ve oradan kaçtiktan sonra Istanbuldaki isleri ve davranislariyla kesin olarak anlasilmistir.


Kongrenin bitiminden iki üç gün önce baska bir tartisma da söz konusu olmaya baslamisti. Bazi yakin arkadaslarim, benim Temsilciler Kuruluna girip açik olarak çalismami sakincali görüyorlardi. Düsünceleri su noktalarda özetlenebilir: "Ulusal girisim ve çalismalarin bütün anlamiyla ulustan dogdugunu, gerçekten ulusal oldugunu göstermek gerekir. Böyle olursa, girisimler daha güçlenir ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancilarin olumsuz düsüncelerine yer kalmaz. Ama, taninmis ve hele Istanbul Hükümetine ve Halifelik ve Padisahliga karsi bas kaldiran biri durumuna düsmüs; saldiri noktasi olan benim gibi bir adamin, bütün bu ulusal girisimlerin basinda bulundugu görülürse, çalismalarin ulusal amaçlar yolunda olmaktan çok, özel istekleri gerçeklestirmek için oldugu kanisina yol açilabilir. Bunun için, Temsilciler Kurulu üyeleri, illerle bagimsiz sancaklarin seçecegi kisiler olmalidir. Ancak böylelikle, ulusal bir güç gösterilebilir."


Bu düsüncelerin yerinde olup olmadigini arastiracak degilim. Yalniz benim de, bu düsüncelere karsi olan düsüncelerimin dayanak noktalarindan bazilarini sayayim: Her seyden önce ben, ne olursa olsun, kongreye katilmali ve onu yönetmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin ulusal iradenin isler duruma getirilmesini ve ulusun kendi basina silâhli ve edimli olarak tedbirler almaya baslamasini saglamak zorunluluguna inaniyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara baglatabilmek için, Kongrede yönetici olarak çalismayi ve üyeleri aydinlatmayi çok gerekli görüyordum. Netekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açikladigim ilke ve kararlarini herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabilecegine benim güvenim olmadigini açikça söylemeliyim. Netekim zaman ve olaylar beni dogrulamistir. Bundan baska, daha Amasyada iken karar verdigim ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurttugum Sivas Genel Kongresinin toplanmasini saglamak; bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalniz dogu illerini degil, yurdun bütün parçalarini ayni dikkat ve duyarlikla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalismak gibi isleri, her hangi bir kurulun basarabilecegi kanisinda olmadigimi açikça söylemek zorundayim. Çünkü, bende böyle bir kani bulunsaydi, ise giristigim güne dek, bu konuda ugrasanlarin çalisma sonuçlarini bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardim. Hükümete, Padisah ve Halifeye karsi bas kaldirmayi gerekli görmezdim. Tersine, ben de bazi iki yüzlü ve iki yanlilar gibi dis görünüsü pek parlak ve gösterisli olan, o günün ordu müfettisligini ve Padisah Hazretlerinin yaverligi sanini elden birakmazdim.


Gerçi benim açikça ortaya atilmamda ve bütün ulusal ve askerî islerin basina geçmemde, kuskusuz, sakinca vardi. Ama o sakinca, basarisizliga ugradigimda herkesten önce ve herkesten çok en büyük cezaya çarptirilmaktan baska birsey olabilir miydi? Oysa, bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm ve dirimi söz konusu olurken, "yurtseverim" diyenlerin kendi sonlarini düsünmelerine yer var midir?


Baylar, ben, kimi arkadaslarca ileri sürülen düsünce ve kuruntulara uysaydim, iki bakimdan büyük sakincalar dogacakti. Birincisi, düsüncelerimde, kararlarimda ve bütün kisiligimde yersizlik ve yetersizlik oldugunu açiga vurmak ki bu davranis, benim vicdan buyrugu ile üzerime aldigim görev bakimindan düzeltilemeyecek bir yanlis olurdu.


Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymustur ki, büyük islerde basari için, gücü ve yetenegi sarsilmaz bir baskanin varligi çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun bassiz olarak karanliklar içinde kaldigi bir sirada, "yurtseverim" diyen binbir çesit kisinin, binbir türlü davranis ve inanç gösterdigi kargasali bir zamanda danismalarla, birçok hatirli ve erkli kisilerin sözlerine uyma zorunluguna inanmakla; korkusuz, kuskusuz ve hele sert yürünebilir mi ve en sonunda ulasilmasi çok güç olan hedefe varilabilir mi? Tarihte böylece erege ulasmis bir topluluk gösterilebilir mi? Ikincisi, baylar, ulus, yurt, siyasa ve ordu yöneticiliginde hiç bulunmamis ve bu alanda degeri belirmemis ve denenmemis gelisigüzel kisilerden, örnegin, Erzincanli bir Naksî Seyhi ve Mutkili bir asiret baskani gibi bilisizlerden40 de kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev birakilabilir miydi? Birakildiginda "yurdu ve ulusu kurtaracagiz" dedigimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmis olmak gibi kötü bir yanilgiya41 düsmeyecek miydik? Böylesine bir kurula, perde arkasindan yardim edilebilecegi düsünülse bile bu yöntem, güvenilir sayilabilir miydi?
Bu söylediklerimin, o günlerde degilse bile, artik bugün bütün dünyaca kabul olunabilecek gerçeklerden olduguna hiç kuskum yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi o günlerden kalma bazi anilar ve belgelerle burada dogrulamayi, gelecek kusaklarin siyasal ve toplumsal egitimi bakimindan ödev sayarim.


Bu dakikaya kadar oldugu gibi, bundan sonra da sözünü edecegim olaylar dolayisiyla, bu yön kendiliginden aydinlanmaya baslayacaktir.


* Baylar, Erzurum Kongresinin bitiminde, Ferit Pasadan sonra Harbiye Nazirligina yeni geldigi anlasilan bir Nâzim Pasanin imzasiyla, On Besinci Kolordu Komutanligina 30 temmuz 1919 günlü söyle bir buyruk geldi:
"Mustafa Kemal Pasa ile Refet Beyin Hükümet kararlarina karsi gelmelerinden ötürü hemen yakalanarak Istanbula gönderilmeleri Babiâlice42 uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiginden, kolorduca önemle yardim edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur".
Bu buyruga, Kolordu Komutanliginca geregi gibi karsilik verildi. Bu karsiligi, öteki komutanlara da, oldugu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim.


Kongre bildirisi, yurt içinde her yere ve yabanci devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük de komutanlara ve baska güvenilir orunlara kapali tel ile bölüm bölüm verilerek bulunduklari yerlerde basilip, çogaltilmasinin ve yayiminin saglanmasina çalisildi. Bu is, elbette günlerce sürdü. Bu is dolayisiyla Sivasta Üçüncü Kolordu Komutani Salâhattin Beyden aldigim, 22 agustos 1919 günlü bir telde: "Tüzügün Ikinci ve dördüncü maddelerinin yayimini sakincali buldugu, bir kez daha incelenmesi geregi" bildiriliyordu (belge: 42).


Ikinci madde- Birlik olarak savunma ve direnme ilkesinin kabul edildigine;
Dördüncü madde - Geçici hükümet kurulabilecegine iliskin maddelerdir.


KARAKOL CEMIYETI


Biz, Erzurumda kongre kararlarinin her yerde anlasilmasini ve birlikte uygulanmasini saglamaya çalisirken "Karakol Cemiyetinin Teskilâti Umumiye Nizamnamesi43" ve "Karakol Cemiyeti Vezaifi Umumiye Talimatnamesi44" diye basili birtakim kâgitlarin bütün orduya; komutan, subay, herkese dagitildigi bize bildirildi.


Bu yönetmeligi okuyan, bana en yakin komutanlar bile, bu isi benim yaptigimi sanarak iyiden iyiye kuskuya düsmüsler. Benim, bir yandan kongreler toplayip açik olarak ulusal ortak çalismalar yaparken, bir yandan da gizemli ve korkunç bir komite kurmakla ugrastigim sanisina kapilmislar. Gerçi, bu isleri ve örgütleri yapanlar Istanbulda bulunuyorlarmis; ama, herseyi benim adima yapmakta imisler.


Karakol Cemiyetinin tüzügüne göre, genel merkez üyeleri ve sayilari, toplanma yerleri ve nasil toplandiklari, nasil seçilip görevlendirildikleri kesin olarak gizli ve sakli tutulur. Bir de, en ufak bir gizi açiga vuran ya da Karakol Cemiyetine tehlike getiren; dahasi, tehlike getirici bir kusku uyandiran, hemen asilir.


Yönetmeliginde de, "bir ulusal ordu"dan söz ediliyor ve: "Bu ordunun baskomutani ve genelkurmay baskani, ordu, kolordu ve tümen komutanlari ve kurmaylari seçilmis ve atanmis olup gizli ve sakli tutulur. Bunlar, görevlerini gizli olarak yaparlar" deniliyor.
Baylar, hemen komutanlari uyardim; bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini hiç uygulamamalari gerektigini ve bu isin kaynagini arastirmakta oldugumu bildirdim.
Sivasa varisimdan sonra, oraya gelen Kara Vâsif Beyden anladim ki, bu isi yapan kendisi ve bazi arkadaslari imis.


Her halde böyle bir davranis dogru degildi. Herkesi asmakla korkutarak, bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bir baskomutanin, bilinmeyen birtakim komutanlarin buyruklarina uymaya zorlamak çok tehlikeli idi. Gerçekten, orduda görevli herkeste hemen bir korku ve birbirlerine karsi güvensizlik basladi. Örnegin, herhangi bir kolordu komutaninin: "Benim komutam altindaki kolordunun acaba sakli ve gizli komutani kimdir? Bu gizli komutan acaba ne vakit ve nasil komutanligi ele alacak ve acaba bana karsi nasil davranacak?" gibi hakli birtakim kuruntulara kapilmasi beklenilmez degildi.


Sivasta Kara Vâsif Beye, gizli merkezin, gizli baskomutanin ve gizli genelkurmay baskaninin kimler oldugunu sordugum zaman: "Hepsi siz ve arkadaslarinizdir." diye karsilik vermisti. Bu, büsbütün beni sasirtmisti. Bu karsilik, elbette akla ve mantiga uygun olamazdi. Çünkü, hiç kimse bana böyle bir düzen ve kurulustan söz açmis ve benden bu is için izin almis degildi.
Bu dernegin daha sonra, özellikle Istanbulda, bu ad altinda çalismasini sürdürmeye çabaladigi anlasildigina göre, iyi niyetle kuruldugu ve sikisinca bize vermek zorunda kaldiklari bilgilerin dogrulugu ileri sürülemez.


BIR IS GÖREMEDEN AVRUPADAN DÖNEN FERIT PASAYA ÇEKTIGIM KAPALI TEL


Istanbul Hükümetini ulusal girisimleri önlemekten vazgeçirmek, basariyi çabuklastirmaya ve kolaylastirmaya yarayacagi için önemliydi. Bu düsünceyle, Ferit Pasanin elbette hiçbir basari saglamadan hemen hemen onuru kirilmis bir durumda, Istanbula dönüsünden yararlanarak, kendisine 16 agustos 1919 günü bir kapali tel gönderdim. Bu telde baslica su cümleler vardi:
Bay Klemanso (Clemenceau) nun yüksek kisiliginize45 olan ayrintili karsilik yazilarini son. günlerde okuyunca, Istanbula nasil aci ve üzüntü içinde döndügünüzü çok iyi anliyorum ...... bölüsmek ve devletimizi ortadan kaldirmak düsüncesini bu denli açik ve onur kirici olarak gösteren bir yazi karsisinda titremeyecek duygulu bir kisi düsünemem. Tanriya binlerce sükürler olsun ki, ulusumuz ruhundaki dayanç ve yigitlikle tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varligini ne alinyazisina birakacak, ne de böyle cellatça yargilara kurban edecektir.


Simdi iyice inaniyorum ki, yüksek kisiliginiz de bugünkü genel durumu ve devlet ve ulusun gerçek yararlarini üç ay önceki gözlerle görmüyordur.


Dokuz aydan beri is basina gelen hükümetlerin, hep biribirinden daha çok güçsüzlüge ugramasi ve en sonunda ne yazik ki, artik is görmez bir kerteye düsmesi, ulusun yüksek onuru karsisinda gerçekten pek üzücü oluyor. Dogrusu su ki, yurdun ve ulusun kaderi için içeride ve disarida sözü geçer olrnak kuskusuz ulusal iradeye dayanmayi gerektirir.


Yasama hakki ve bagimsizligi için çalisan ulusun amacindaki temizlik ve içtenlige karsi Istanbul Hükümeti düsmanca davranma yolunu tutuyor. Böyle bir davranis elbette büyük üzüntüler dogurur. Ulusu, Istanbul Hükümetine karsi istenilmeyen davranislara sürükleyecek niteliktedir. Çok açik olarak söyleyeyim ki ulus, her türlü iradesini kullanabilecek güçtedir. Yapacaklarini önleyebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Istanbul Hükümetinin giristigi olumsuz isleri hiçbir yerde, hiçbir kimse yürütemeyecektir. Ulus, çizdigi program içinde çok kesin ve bilinçli adimlarla eregine dogru yürümektedir. Istanbul Hükümetinin simdiye degin olan engelleyici davranislarinin hiçbir yerde hiçbir etki yapmamakta olmasiyla gerçek durumun sizce anlasildigi kusku götürmez.


Ingilizlerin gösterdikleri yolda kurtulus çaresi aramak da yersizdir ve sonucu yikimdir. Kaldi ki, Ingilizler de en sonunda gücün ulusta oldugunu anlayarak hiçbir dayanagi olmayan ve ulus adina hiçbir yere söz veremeyen, verse bile bunu ulusa benimsetemeyecek olan bir hükümetle sonuçlu bir ise girisilemeyecegine inanmislardir.


Bütün dilekler su noktada toplanmistir: Hükümet, türeye uygun46 olan ulusal akima karsi gelmekten vazgeçerek Milli Kuvvetlere dayansin ve her türlü girisiminde ulusun isteklerine uysun!


Bunun için de, ulusal varligi ve iradeyi temsil edecek olan Millet Meclisinin kisa zamanda toplanmasini saglasin.


SIVAS KONGRESI HAZIRLIKLARI


Baylar, Sivasta toplanmasini saglamaya çalistigimiz Kongreye her yerden delege seçtirmek ve onlarin Sivasa gelmelerini saglamak için, Amasyada baslamis olan çalisma ve yazismalar daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtseverler, olaganüstü çaba gösteriyorlardi. Fakat, yine her yerde olumsuz ve kötüleyici propagandalar ve özellikle Istanbul Hükümetinin engelleyici tedbirleri isi zorlastiriyordu.
Bazi yerlerden, hem delege seçmiyorlar, hem de halkin içgücünü kiracak ve herkesi umutsuzluga sürükleyecek karsiliklar veriyorlardi. Örnegin, Yirminci Kolordu Komutani adina Kurmay Baskani Ömer Halis Beyin Istanbuldan alinan bilgileri kapsayan 9 agustos 1919 günlü kapali telinde su maddeler dikkati çeker görüldü:
1 - Istanbul delege göndermiyor. Orada yapilan isleri uygun görmekle birlikte, atilgan bir duruma girmek istemiyor.
2 - Istanbuldan delege gönderilemeyecektir. Gönderilmek istenen kisiler, orada verimli, basarili is göreceklerine güvenemediklerinden, bosuna para harcamamak ve yolculuk sikintilari çekmemek için yola çikmiyorlar.
(Bilindigi gibi bazi kisileri özel mektupla da çagirmistik)
Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek ve göndertmekte karsilasilan güçlükleri yenmeye çalisirken, öte yandan kongre için en güvenilir yer olarak seçtigimiz Sivasta da bir kaygi ve cosku basladi.
Baylar, burada sirasi gelmisken söyleyeyim ki, ben Sivasi gerçekten her yönden güvenilir saymis olmakla birlikte, daha Amasyada iken Sivasa gelen bütün yollar üzerinde uzaktan ve yakindan her türlü askerî tedbir ve düzeni aldirmayi da gerekli bulmustum.


SIVAS VALISININ KAYGILARI


Sivastaki kaygi ve cosku söylece anlasildi. 20 agustos günü ögleyin Sivas Valisi Resit Pasanin istemesiyle telgraf basina çagrildigim zaman, pasanin uzun bir teli veriliyordu. O tel sudur:


Erzurumda Mustafa Kemal Pasa Hazretlerine
Ilkin, sizi rahatsiz ettigimden dolayi beni bagislamanizi diler, sagliginizi sorarim. Ne is için rahatsiz ettigimi asagida bildiriyor ve açikliyorum efendim. Görünüste, Fransizlara ait kurumlari teslim etmek, gerçekte buralarin durumu üzerinde incelemeler yapmak için, Cizvit papazlari ile birlikte önceki gün Istanbuldan Sivasa gelerek valilik katini ziyaret eden Fransiz subaylarinin bu ziyaretlerine karsilik dün sabah yanlarina gitmistim. Ziyaret ve konusmanin sonunda orada bulunan Fransiz binbasilarindan Jandarma müfettisi Bay Brüno (Brunot), biraz özel görüsmek istedigini söyleyerek beni baska bir odaya aldi. Söyledigi sözleri oldugu gibi aktariyorum:
"Mustafa Kemal Pasa ile Kongre üyelerinin Sivasa gelip burada bir kongre yapacaklarini isittim. Bunu Istanbuldan gelen Fransiz subaylari söylediler. Sizinle böylesine dostça konusur ve kisiliginize karsi pek çok saygi beslerken bu isi benden saklamaniza çok üzüldüm" dedi. Ben de gereken karsiligi vererek kendisini inandirmaya çalistimsa da son söz olarak: "Eger Mustafa Kemal Pasa Sivasa gelir ve burada kongre toplamaya kalkisilirsa bes on gün içinde askerlerimizin buralara girecegini kesin olarak biliyorum. Sizin kisiliginize besledigim saygi dolayisiyla bunu haber veriyorum. Inanmazsaniz, is olup bittikten sonra inanirsiniz. O vakit yurdunuzu uçuruma sürükleyenler arasina siz de girmis olursunuz" sözlerini söyledi. Dahiliye Nazirligindan dün aldigim kapali tel de, baska türlü yazilmakla birlikte gene bu kaniyi uyandiracak nitelikte idi. Yeni gelen Fransiz subaylarindan biri dün Kolordu Komutani ile uzun uzadiya görüserek kongre konusunda Komutan Beyefendinin düsüncesini anlamaya çalistigi gibi, bu sabah da Bay Brüno bana gelerek, alafranga saat üçte, öbür Fransiz subaylariyla birlikte kongre üzerine görüsülecegini, ama kendisinin aradaki dostluk dolayisiyla daha önce benimle ayri görüsmek istedigini bildirdi. Bir süre konusulduktan sonra sonuç olarak sunu da söyledi: "Ben dünden beri bu is üzerinde pek çok düsündüm. Sonunda suna karar verdim ki, eger Mustafa Kemal Pasa ile Kongre üyeleri, Sivas Kongresinde Itilâf devletlerine karsi kiskirtici davranislarda bulunmazlar ve onlar için saldirgan bir dil kullanmazlarsa kongrenin toplanmasinda hiç bir sakinca yoktur. Ben kendim General Franse Despere'ye (Franchet d'Esperey) yazar, Mustafa Kemal Pasa için çikarilan tutuklama buyrugunu geri aldirir ve kongrenin toplanmasina engel olunmamasi için Dahiliye Nazirligindan size buyruk göndertirim. Fakat su kosulla ki, siz de benden hiçbir sey saklamayacaksiniz ve içten dostlugumuzu gözeterek biribirimize karsi hep açik bir dil kullanacagiz. Yalniz kongrenin toplanacagi günü ögrenmek gerekir" dedi. Ben de kendisine bu konuda kesin bir sey bilmedigimi ve ögrendigimde kendisine bildirecegimi ve aradaki dostluk dolayisiyla hiçbir seyi saklamayacagimi söyledim. Binbasinin isgal konusunda dünkü kesin sözlerine karsin bugünkü yumusakliginin nedenini, en ince ayrintilari kavrayan yüksek görüslerinize sunmayi ödev bilir ve bu konuda sözü uzatmayi gereksiz sayarim. Açikça anlasiliyor ki, bunlarin düsüncesi kongreyi Sivasta toplatmaya yanasmis görünerek, kongrenin yüce üyeleriyle sizi burada toplamak ve el altindan hazirlikta bulunarak bütün arkadaslari ele geçirmekten ve hem de burayi isgal etmeyi olup bittiye getirmekten baska bir sey degildir. Dün aksam Dahiliye Nazirligindan aldigim kapali bir tel de, baska biçimde yazilmis olmakla birlikte, asagi yukari gene bu nitelikteydi. Iste ben her gerçegi, sakli tutulmak ricasiyla sizlerin bilginize sunuyorum. Bundan sonra tutulacak yolun çizilmesi size düser. Düzenli dolapli bir tehlikenin bu denli yakin ve sanki elle tutulacak kadar görünmekte oldugunu bilip dururken, durumu size bildirmemeyi ve sonuç olarak Sivasta kongre toplamaktan vazgeçilmesini önermemeyi vicdanima sigdiramadim. Iste bunun için sizlerden ve orada bulunan öbür yüksek arkadaslardan pek çok rica ederim ki, ikinci bir kongrenin toplanmasina kesin gereklik yoksa vazgeçilsin. Gereklik varsa, dört yandan ele geçirilmesi pek kolay olan Sivasin toplanti merkezi olmasindan vazgeçilerek, düsmanin kolayca giremeyecegi Erzurumda ya da uygun görülürse Erzincanda toplanma yoluna gidilmesini yurdun esenligi adina çok rica ederim. Kolordu Komutani Salâhattin Beyefendi de bu konudaki görüslerini ayrica Kâzim Pasa Hazretleri araciligiyla size yazacaklardir. Simdi yanimda bulunan eski Sivas milletvekili Rasim Bey de eski Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretlerine bu konudaki bilgi ve düsüncesini kapsayan bir tel çekecektir. Elbette okuduktan sonra Hoca Raif Efendi Hazretlerinin Ilicadan dönüsünde kendilerine yollamak iyiliginde bulunursunuz. Iste efendim, durum böyledir. Söz götürmez yurtseverliginize karsi sizi daha çok rahatsiz etmekten çekinir ve karsilik olarak göndereceginiz buyrugunuzu beklerim, efendim. Iste Rasim Beyin teli.
Resit


Bu tele orada verdigim karsiligi, oldugu gibi bilginize sunacagim. Ertesi gün, Temsilciler Kurulu adina da ayni anlamda uzun bir tel çekilerek yatistirmaya ve inandirmaya çalisildi (belge: 43). Ayrica, Kadi Hasbi Efendiye de aracili bir tel çekildi (belge: 44). Kolordu Komutanina da gerektigi gibi yazildi (belge: 45). Rasim Beye de, gönlünün rahatlamasi için, kendim yazdim (belge: 46).


20 Agustos 1919
saat: 1 sonra


Sivas Valisi Resit Pasa Hazretlerine


Verdiginiz bilgiye ve yüksek görüslerinize özellikle tesekkürlerimi sunarim. Bay Brüno ve arkadaslarinin gözdagi vermek için söylediklerini yüzde yüz kurusiki sayarim. Sivas Kongresinin toplanmasi yeni bir sey olmayip aylardan beri dünyaca bilinen bir istir. Tuhaftir ki, Istanbulda bulunan yetkili Fransiz siyasa adamlarinin da bana gönderdikleri haberler, Anadoluda ulusça girisilen islerin pek hakli ve türeye uygun oldugu ve ulusumuzun istekleri kendilerine açikça bildirilirse iyi karsilayacaklarini ve uygulanmasini üzerine alacaklarini gösterir yazili bir güvenceyi simdiden vermeye hazir olduklari yolundadir. Bay Brüno'nun ikinci görüsmede agiz degistirmesi ve yumusamasi bizleri kazanmak için olsa gerektir. Binbasi Brüno'nun dedigi gibi, Fransizlarin bes on günde Sivasa girmeleri o kadar kolay bir sey degildir. Sunu hatirlamaniz gerekir ki, Ingilizler bu konuda gözdagi vermekte daha ileri giderek Batumdaki askerlerinin Samsuna çikarilmasina karar verdiler ve dahasi, özellikle beni korkutmak için, bir tabur da çikardilar. Fakat bu çikarmaya karsi, ulusun güçlü bir dayanç ve inan ve atesle karsi koyacagi gerçegi kendilerince anlasildiktan sonra hem kararlarindan dönmek, hem de Samsuna çikarmis olduklari askerleriyle birlikte orada bulunan taburu alip götürmek zorunda kalmislardir. Sivas Kongresinde görüsülecek konularda, Erzurum Kongresi Bildirisinden kolayca anlasilacagi üzere, Itilâf devletlerine karsi kiskirtmalarda bulunmak gibi amaçlar güden hiçbir yön yoktur. Burada sunu da bilginize sunayim ki, ben ne Fransizlarin ve ne de herhangi bir yabanci devletin yardimina gönül indirecek degilim. Benim için en büyük barisma yeri ve yardim kaynagi ulusumun kucagidir. Kongrenin gerekligi, zamani ve toplanti yeri üzerine etki yapacak bir davranis, benim kendi kararimin çok üstünde geçerligi bulunan ulus kararina baglidir. Yalniz, düsündügünüz gibi Fransizlarin, kongre üyelerinin Sivasta toplanmasini ister görünerek, sonradan bu üyeleri ele geçirebilmesi bence çok uzak kuruntulardandir. Bütün bu sözlerimi, oldugu gibi Bay Brüno'ya söylemenizde de hiçbir sakinca görmüyorum. Böylece, ulusumuzun, haklarini korumak ve bagimsizligini savunmak için Erzurum Kongresi Bildirisiyle bütün dünyaya oldugu gibi kendilerinin Istanbuldaki siyasal temsilcilerine de bildirmis oldugu temel kararlari uygulamaktan çekinmeye hiçbir sekilde yer olmadigi Bay Brüno'ya ve arkadaslarina anlatilmis olur. Bay Brüno bilmelidir ki, Fransizlarin Sivasa girmeye karar vermeleri, kendilerine pek pahaliya mal olabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla yeni bir savasa karar vermelerine baglidir. Bunu Jandarma Binbasisi Bay Brüno ile arkadaslari düsünseler bile, Fransiz ulusunun böyle bir karara uyabilecegi sanilamaz.


Milletvekili Rasim Beyin Raif Efendi Hazretlerine olan telyazisini okudum. Korkmaya yer olmadiginin kendilerine lütfen duyurulmasini rica ederim.
Gerek bana ulastirdiginiz bilgi ve düsüncelerinizi gerekse Rasim Beyin telyazisini Temsilciler Kuruluna, oldugu gibi sunacagim. Bundan dolayi, Sivas Kongresi ile ilgili kesin karar, ancak Temsilciler Kurulunun görüsmeleri sonunda belli olacaktir. Alinacak karar elbette size bildirilecektir. Yalniz bugün için ricam, Brüno'nun gözdagi verdigini halka duyurmamaniz, böylece iç gücünün kirilmasini önlemenizdir. Saygilarimin kabulünü, Salâhattin ve Refet Beyefendilere de selamimin ulastirilmasini rica ederim saygideger Pasa Hazretleri.
Mustafa Kemal


Verilen karsilik üzerine Resit Pasadan alinan ikinci tel:


Ben anlayabildigim kadarini sizlerin bilginize sunmakla vicdan ödevimi yerine getirmis oluyorum. Istanbuldaki Fransiz siyasa adamlarinin görüslerini ve size verdikleri sözlere güvenilip güvenilemeyecegini kestiremem. Söz götürmez yurtseverliginiz açisindan yurdun esenligi söz konusu olduguna göre, iyice düsünerek gereken yolun tutulmasi sizlerle, yüce kongre üyelerinden orada bulunan saygideger kisilere düser. Buyruklarinizi yerine getirecegimi bildirir, saygilarimi sunarim efendim.
Resit


Baylar, Diyarbakir ve Bitlis dolaylarindaki halki aydinlatmak düsüncesiyle, oralarda ordu komutani olarak bulundugum siralarda kendileriyle tanistigim birtakim ileri gelen kisilere özel mektuplar yazdim ve Van, Bayazit çevrelerinde bulunan bazi asiret baskanlariyla da baglanti ve iliski kurdum (belge: 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53).


ERZURUMDAN AYRILMA GEREGI


Daha sonra baylar, Agustos içinde her yerden birtakim delegelerin Sivasa yollandiklari ve kimilerinin de Sivasa varmaya basladiklari anlasildi. Sivasa varan delegeler bizim ne zaman yola çikacagimizi sormaya basladilar.


Artik Erzurumdan ayrilmak gerekiyordu. Ama, simdiye degin verdigim bilgiden anlasilmistir ki, Sivas Kongresi dogu ve bati illerinin ve Trakyanin, yani bütün yurdun birligini saglamak amacini güdüyordu. Bunun için, bu kongrede dogu illerinin delegeleri bulunmak gerekirdi. Bu illerden Sivas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkismak ise yaramaz bir düsünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin de Sivasa götürülemeyecekleri anlasiliyordu. Kaldi ki, geldikleri yerlerden dogu illerinin haklarini savunmak için yetki almis olan bu delegelerin daha genel bir amaca iliskin yetkileri de yoktu. Gene bu nedenle, Erzurum Kongresinin Sivas Kongresine dogu illeri adina bir delege toplulugu göndermeye yetkisi olamayacagi da açik bir gerçekti.
Yeniden delege seçtirmeye kalkismak ne ölçüde ise yaramaz idiyse, birtakim kuramsal düsüncelerin çerçevesi içinde sikisip kalmak da o ölçüde ise yaramazdi.


En kolay ve çikar yol, Vilâyati Sarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti Temsilciler Kurulunu Sivasa götürüp kongreye katmakti.


Üyelerden Mutki asireti baskaninin, Mutki daglarindan disari çikmaktan korktugunu ben kendim bilirdim. Siirt milletvekili Sadullah Bey ortada yok.
Servet ve Izzet Beyler, kongre biter bitmez birer özür bildirerek Trabzona gitmis bulunuyorlar.
Erzurumda Rauf Bey ve Raif Efendi var. Raif Efendi de özür bildiriyor.
Yolumuzda, Erzincanda Seyh Fevzi Efendiyi bulabilecegiz.
Servet ve Izzet Beyleri çagirdim, gelmediler. Raif Efendiye bizimle gelmesi için rica ettik, kabul etti.


Sonunda, Temsilciler Kurulu üyesi olarak, Erzurumdan üç kisi, Erzincandan bir kisi ve Sivasta buldugumuz Bekir Sami Beyle bes kisi olduk ve Sivas Kongresini meydana getiren delegelerin belgelerini incelemek geregi duyuldugu zaman ben, orada söyle bir belge yazdim ve altini Temsilciler Kurulu mühürü ile mühürledim.


Temsilciler Kurulundan:
Mustafa Kemal Pasa
Rauf Bey
Bilginlerden Raif Efendi
Seyh Fevzi Efendi
Bekir Sami Bey


Yukarda adlari yazili kisiler, Dogu Anadolu adina Sivas Kongresinde bulunmak üzere Erzurum Kongresince görevlendirilmislerdir.


Mühür


Baylar, Erzurumdan çiktigimiz gün, 29 agustos 1919'dur.


SIVAS YOLUNDA


Amasyadan Erzuruma gelirken Sivasta küçük bir hikâyeye konu olan olayi unutmamissinizdir. Tuhaftir ki, Erzurumdan Sivasa giderken de buna benzer küçük bir durumla karsilastik. Erzincandan batiya dogru yola çiktigimiz günün sabahi, Erzincan Bogazina gelir gelmez, birtakim jandarma erlerinin ve subaylarinin coskulu ve korkulu bir davranisla otomobillerimizi durdurduklarini gördük.
Durumu açikladilar: "Dersim Kürtleri bogazi tutmuslardir. Tehlike var. Geçilemez."
Bir subay, kuvvet gönderilmesini merkeze yazmis. O kuvvet gelince gerekli düzenlemeyi yapacak, haydutlari püskürtecek ve yolu açacakmis...
Pek iyi ama, bu haydutlarin kuvveti nedir; neresini, nasil tutmus; ne kadar kuvvet gelecek, ne zaman gelecek?
Bu bilmeceler çözülünceye kadar, geriye, Erzincana dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek! Bizim ise isimiz pek ivediydi. Ben Erzurum ile Sivas arasindaki yolu belli süre içinde asip belli günde Sivasta bulunamazsam; surada burada, sundan ya da bundan ötürü korktugum ve bekledigim, Sivasta ve her yerde duyulursa bozgun baslayabilir, isler altüst olabilirdi.
O halde karar? Tehlikeyi göze alip yola devam etmek. Baska türlü yapamazdik. Yalniz küçük bir düzenleme yapmayi uygun buldum.
Ellerinde hafif makineli tüfekler bulunan özverili arkadaslarimizdan birkaçini (Simdi bir alay komutani olan Osman Bey, ki Tufan Bey adiyla taninmistir, bunlarin basinda idi.) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sagdan soldan gelecek, uzaktan...

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk, the founder of the Turkish Republic and its first President, stands as a towering figure of the 20th Century. Among the great leaders of history, few have achieved so much in so short period, transformed the life of a nation as decisively, and given such profound inspiration to the world at large.

ATATÜRK DEVRİMLERİNİN BÜTÜNLÜĞÜ İÇİNDE DİL DEVRİMİ

Prof. Dr. Şerafettin TURAN

Atatürk'ün doğumunun 100. yıldönümüne girerken O'nun başlattığı dil çalışmalarının bir devrim olup olmadığı ve toplumumuza yarar mı zarar mı getirdiği tartışmaları da ne yazık ki giderek yoğunlaşmaktadır. Oysa liseler için yazılan IV. cilt Tarih'in 1934 baskısında bile Türk Dil Kurumu'nun kuruluşu ve Türkçenin özleştirilmesi çalışmaları Cumhuriyet kuşaklarına Dil İnkılâbı Hareketi başlığı altında sunulmuştu.
Ankara Hukuk Fakültesi'nin açılışında ''Türk devrimi nedir?'' sorusunu, ''Bu devrim, sözcüğün bir anda dolaylı olarak belirttiği ihtilal anlamından başka, ondan daha geniş bir değişikliği belirlemektedir'' diye yanıtlayan Atatürk, devrim'i şöyle tanımlamaktadır:
''Devrim var olan kurumları zorla değiştirmek demektir. Türk ulusunu son yüzyılda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır.''
O'nun kimi kez ''devrim'' (inkılâb), ''Türk devrimi'' diye tekil, kimi kez de ''inkılâbat, inkılâblar, devrimler'' ya da ''Türk Genel Devrimi'' diye çoğul biçimde kullandığı devrimlerle güdülen amaç, bilindiği gibi, önceden bütün açıklığıyla saptanmıştır. Gerçekten de Atatürk, 1925'teki Kastamonu konuşmasında:
''Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını, tümüyle çağımıza uygun ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır'' diye devrimlerin ana doğrultusunu göstermiş ve daha sonraki yıllarda da, özellikle ''Onuncu Yıl Söylevi''nde bunu yinelemekten geri kalmamıştır.
Türk toplumunu çağdaş düzeye ulaştırma aynı zamanda bir çağ değişikliği de demektir. Bu yüzdendir ki başarıya ulaşan Atatürk, ''Biz büyük bir devrim yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük'' diyebilmiştir. Ve yine olumlu sonuçların alınmasına dayanarak 1935'te genel bir değerlendirme yapma olanağını bulmuştur:
''Uçurum kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet... Ve bunları başarmak için arasız devrimler... İşte Türk Genel Devrimi'nin bir kısa deyimi.''
Atatürk Devrimlerinin en belirgin özelliklerinden biri de, bunların belirli bir sıraya göre ve zamanı geldiğinde uygulamaya konulmalarıdır. Bu genel dizge içerisinde Dil Devrimi, Harf Devrimi'nin gerçekleştirildiği 1928 yılında gündeme girmişti. Yeni Türk Abece'sini saptamak için oluşturulan kurul, daha çok ''Dil Kurulu'' adı altında çalışmalarını sürdürmüştü. Ahmet Cevat da dile ilişkin yazılarını Muhtaç Olduğumuz Lisan İnkılâbı Hakkında Bir Kalem Tecrübesi adını koyduğu bir kitapta toplamıştı. 1930'a gelindiğinde Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Taray, ''Harf Devrimi'yle, dilimizi içine çekip batıracak büyük bir hendeği atladık. Şimdi sıra dilimizin bu devrimin gereklerini karşılamasına kaldı'' diyerek, zamanın geldiğini vurgulamıştı. Yeni bir atılımla sürdürülmesi gereken dil çalışmaları için yeni bir örgütlenme de zorunlu görüldüğünden Atatürk'ün isteğiyle 12 Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumu kurulmuştu.
26 Eylül 1932'de toplanan Birinci Türk Dili Kurultayı'nda amaç ve yöntem belirlenirken, dilde devrim yapılıp yapılamayacağı uzun ve oldukça sert tartışmalara yol açmıştı. Başta Hüseyin Cahit Yalçın olmak üzere kimi üyeler dilde ancak ''doğal bir evrim''in geçerli olabileceği görüşünü savunmuşlar, buna karşın birçok üye de Türkçe için devrimden başka bir yol olamayacağını dile getirmişlerdi. Bu arada konuşan Fuad Köprülü, Türkçe yönünden ve dilin zenginliği ile bağımsızlığı açısından son yüzyıllarda ileriye doğru bir gelişme değil de geriye doğru bir gelişme gözlendiğini dili düzeltmek için o güne değin yapılan çalışmaların güçsüz birer akım olmaktan öteye geçemediklerini belirterek evrimci görüşü savunanlara karşı çıkmış ve ''Görünüşte bir bilim cilasına bürünen bu sav, bütün devrim hareketlerine karşı her zaman kullanılan eski bir silahtır'' demişti. Konuşmasını sürdüren Köprülü, 26 Eylül tarihini ''Ulusal Rönesansımızın başlangıcı'' olarak nitelendirmiş ve başlayan Dil Devrimi ile Atatürk'ün ''ulusuna armağan ettiği büyük devrimler zinciri''ne yeni bir halka eklendiğini vurgulamıştı.
Dilde devrim ilkesi benimsendiği içindir ki, ilk Kurultay'dan sonra yönetim kurulunun Atatürk'ün başkanlığında yaptığı toplantıda Dil Devrimi'nin amacı bütün yönleri ile açık seçik saptanmış ve 17 Ekim 1932'de bir bildiri ile açıklanmıştı:
''1- Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek,
Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın önümüze koyduğu tüm gereksinmeleri karşılayacak bir yetkinliğe erdirmek.
2- Bunun için, yazı dilinden Türkçeye yabancı kalmış öğeleri atmak,
Halkçı bir yönetimin istediği biçimde, halk ile aydınlar arasındaki nitelikçe ayrı iki dil varlığını ortadan kaldırmak,
Ana öğeleri Öz Türkçe olan ulusal bir dil yaratmak.''
49 yıldır uygulanmakta olan bu ilkelere ve söz konusu metne eklenecek hiçbir sözcük bulunmadığı kuşkusuzdur.
Atatürk devrimlerinin bir başka özelliği, bunların birbirleriyle ilgili, birbirlerini tamamlar, birbirleriyle uyumlu olmalarıdır. Kendisine yöneltilen ''En büyük devriminiz hangisidir?'' sorusuna yanıt veren Atatürk bunu şöyle belirtiyor:
''Benim yaptıklarım birbirine bağlı ve gerekli işlerdir. Bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan sorunuz!''
Bir bütünlük gösteren devrimler içerisinde Dil Devrimi'nin yerini de Birinci Kurultay'da yine F. Köprülü şöyle dile getirmişti:
''26 Eylül (Dil Devrimi), birbiriyle uyumlu ve büyük bir bütün oluşturan Türk Devrimi'nin en doğal ve belki en çarpıcı sonucudur.''
Bu niteliği ile de Dil Devrimi, Türk toplumunun ulusal çehresinin değişmesinde etken olan ana öğelerden biridir. 9 Mart 1935'te bu değişikliği belirleyen Atatürk, Dil Devrimi'nin oynadığı rolü de vurgulamıştı:
"Bugüne değin kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır."
''Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, ar, bilimsel, müzik ve teknik kurumlarıyla, kadını erkeği her hakta eşit yeni Türk toplumu, bu son yılların oluşumudur.''
Öte yandan Dil Devrimi, tüm Atatürk devrimlerine egemen olan ana ilkeleri yansıtması ve onları desteklemesi yönünden de ayrı bir değer taşır. Türk Genel Devrimi'nin vazgeçilemez ana öğelerinden olan Dil Devrimi, kendi içinde de bir bütün olarak her şeyden önce devrimci bir atılımdır. Bunun yanıbaşında Dil Devrimi, ''ulusçuluk'' ilkesinin en belirgin bir uygulaması olmuştur. Atatürk'ün ulus ve ulusçuluk anlayışında Öz Türkçe ulusal dil olarak ana kaynaklardan biridir. Ayrıca O, Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılması gerektiği yolundaki buyruğunu verirken, dil ile ulusal duygu arasındaki ilişkiye de dikkati çekmekten geri kalmamıştır:
''Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.''
Bursa'daki gericilik olayı üzerine 6 Şubat 1933'te bir demeç veren Atatürk, dilin ulusal benlik yönünden önemini bir kez daha vurgulayıp, ''Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk ulusunun ulusal dili ve ulusal benliği, bütün hayatında egemen ve esas kalacaktır'' diye gürlemiştir. Bu nedenledir ki, ulusal dili oluşturmayı amaçlayan Dil Devrimi'ni herkesten çok, boyuna ulusçuluktan söz edenlerin desteklemesi gerekir!
Konuşma dili yazı dili arasındaki ayrılığı, halk ile aydınlar arasındaki uçurumu gidermeye yönelen Dil Devrimi ''halkçılık'' ilkesinin de bir gereği ve uygulanması idi. Bu girişim Ziya Gökalp'in özlediği ''halka doğru'' olmanın da ötesinde, halk içinde, halk ağızlarından yararlanılarak gerçekleştirilmek istenen halkçı bir atılımdı.
Dil Devrimi, Atatürk Devrimlerinin eksenini oluşturan ''laiklik'' ilkesinin yerleşip güçlenmesine de destek olmuştur. Daha dilde devrime girişmeden, dinsel görevlerin yerine getirilmesinde Türkçe kullanılmasına büyük önem veren Atatürk, 7 Şubat 1923'te Balıkesir Paşa Camii'nde minbere çıkarak ''Hutbeler tümüyle Türkçe ve devrim gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır'' kararını açıklamış ve böylece halkın anladığı ilk Türkçe hutbe örneğini de vermişti. Arkasından hilafetin kaldırılması ve medreselerin kapatılması ile okullardaki Arapça öğretime son verilmiş ve yarı kutsal bir dil sanılan Arapça bu üstünlüğünü yitirerek yerini Türkçeye bırakmıştı. 18 Temmuz 1932'den başlayarak da bütün Türkiye'de ezanın Türkçe olarak okunması yurt ufuklarında anadilin yankılanmalarına yol açmıştı. Ne yazık ki, 1950 seçimlerinden sonra siyasal iktidar ezanı yine Arapçaya çevirerek laisizmin uygulanmasında büyük bir ödün vermiş ve bunu düzeltmek olanağı da bulunamamıştır.
Dil Devrimi'nin giderek güçlenmesine koşut olarak yazı dili ile halkın konuştuğu dil arasındaki büyük ayrılığın azalması, ülkemizde demokrasinin yerleşmesine de yardım etmiştir. Ulusal egemenlik yalnızca halkın belirli dönemlerde oy vermekle kalmayıp, nasıl yönetildiklerini anlamalarına, kendileri için uygulanmakta olan yasaların, yargı kararlarının dillerini anlamalarına sıkı sıkıya bağlı bir kavram olduğundan Türkiye'de buna ancak Cumhuriyet döneminde ve Dil Devrimi ile yönelinebilinmiştir. Yoksa kurumumuzun ilk başkanı Samih Rıfat'ın da belirttiği gibi, yönetilen halkın, yöneticilere yalnız derin bir güvenle bağlı olması ve içeriğini anlamadığı yasalara yalnızca boyun eğmek zorunda olduğu bir güç gözüyle bakması demokrasinin yerleşmesi için yeterli olamazdı.
Öte yandan, dil ile düşünce arasındaki yakın ilişki dikkate alındığında, çağdaş uygarlık kavramlarına Türkçe karşılıklar bulmak, çağdaş düşüncenin bilinçli olarak Türk düşün hayatına aktarılmasına da yardım etmiştir. Bu yüzdendir ki Samih Rıfat, 1932'de şöyle konuşmuştu:
''Uygar düşünce konusunun dil ile çok ilgili olduğunu kabul etmek zorundayız... Şunu kesinlikle bilmeliyiz: Dilimizin söz varlığı içinde Arapça terimlerden ve deyimlerden bir kısmı, yabancı ve donmuş kalıplar durumunda yaşamış bile olsaydı, salt bunların yaşayışımıza aşıladığı skolastik anlamlardan dolayı hepsini yenilemek, değiştirmek zorundayız.''
Bütün bunların dışında, Dil Devrimi aynı zamanda ulusal kültür alanında girişilmiş büyük bir atılımı simgelemektedir. Çünkü Atatürk'ün 'tam bağımsızlık' anlayışına göre Kurtuluş Savaşı ve Lausanne Antlaşması ile kazanılan siyasal bağımsızlığın, kültür ve ekonomi alanlarında da tamamlanması gerekmekteydi. Dil, ulusal kültürümüzün ana öğelerinden biri olduğuna göre dilin özleşmesi bir bakıma kültürde de öze dönmek olacaktı. ''Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür'' diyen Atatürk, kültürü ''Okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, anlağı eğitmektir'' biçiminde tanımlıyordu. Bu tanımda herkesin kolaylıkla konuşup anlaşabileceği, yazacağı ve okuyup anlayacağı ortak dilden, özleşen Türkçeden söz edildiği açıktır. 1936'da toplanan Üçüncü Türk Dili Kurultayı'na sunulan çalışma yazanağında Dil Devrimi'nin bu yönü şu satırlarla belirtilmişti:
''Türk Dil Devrimi'nin uygulamadaki dileği, yazı dilimizle konuşma dili arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak, böylece Cumhuriyet Türkiyesi'nde herkesin kolaylıkla okuma yazma öğrenmesine, okuduğunu anlamasına, düşündüğünü yazmasına meydan açmaktır.''
Dil Devrimi'nin yanıbaşında, tüm sanat dallarında yapılan atılımlar ve geleneğe bağlı değerler getirerek çağdaş düşünceye ağırlık kazandırılması, kültür yaşamında yeni bir değerlendirme ve ulusal öze dönmek anlamına geldiğinden, Atatürk Devrimleri aynı zamanda kültür alanında da bir devrim olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenledir ki, Türkiye, İran ve Pakistan'ın oluşturduğu Kültürel İşbirliği (RCD) çerçevesinde 1967'de ülkemizde düzenlenen bir toplu çalışmaya Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi adı verilmiştir. Benzer adlarla kimi araştırmalar ve kitaplar yayımlandığı gibi, son olarak Sayın Cevdet Perin'in çıkarttığı kitap da Doğumunun Yüzüncü Yılında Atatürk Kültür Devrimi adını taşımaktadır.
Son olarak Dil Devrimi'nin kısa bir sürede sonuçları alınabilecek bir olay olmayıp devamlılık gösteren bir süreç olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu da dilin özelliğinden ve içeriğinden kaynaklanmaktadır. Dil Devrimi'nde diğer devrimlerde olduğu gibi amacı, ilkeleri, uygulama yöntemlerini belirleyen bir yasa çıkarma olanağı yoktur. Dil, onu konuşanların, yazanların ve onu sevenlerin ortak katkılarıyla özleşip gelişebileceğinden, kimi kuralları ya da sözcükleri buyuran ya da yasaklayan bir yasa, devrimi gerçekleştirmek, ulusal dili sağlamak bir yana dursun, var olan ikiliği sürdürmekten başka bir yarar sağlayamayacağı için Dil Devrimi'ni öngören özel bir yasa düzenlenmemiştir. Ve yine dil çalışmalarının hükümetlere bağlı bir resmi örgüt ya da çok az üyenin çalıştığı bir dil akademisi aracılığı ile değil de özgürce tartışmaların yapılabileceği özel bir kuruluş çatısı altında yürütülmesi uygun görüldüğü için dernekler düzeyinde bir kurumun, Türk Dil Kurumu'nun kurulması yoluna gidilmiştir.
Kurumun gerçek kurucusu ve koruyucu başkanı olan Atatürk, Türk Dil Kurumu'nu salt uzmanlardan oluşan bir kuruluş olarak da düşünmemiştir. Gerçekten de, kabul edilen ilk tüzükle ''kendisinde yasal nitelikler bulunan her Türk'ün Türk Dil Kurumu'na üye olabileceği'' kabul edilmiştir. Yine bu düşünce iledir ki, Birinci Kurultay'dan önce yayımlanan bildiride, ''Kadın erkek her Türk yurttaş... kendini Kurultay'a çağrılmış saymalıdır'' denilmiştir. 1936 Kurultayı'nda ise üyelik sınırları daha da genişletilerek kurumun çalışma kollarına seçilenlerin kurum üyeliğini de almış sayılacakları yolunda bir hüküm eklenirken, Başkan Saffet Arıkan, bu özelliği bir başka biçimde de vurgulamak gereğini duymuştur:
''Türk Dil Kurumu, kimi bağnaz dilciler gibi yalnızca bir alana saplanıp kalmak, yalnız koyu Türkolog olmak düşüncesinde değildir!''
Atatürk'ün saptadığı ve uyguladığı amaç ve ilkeler doğrultusunda çalışmalarını 49 yıldır sürdüren Türk Dil Kurumu üyeleri ve Türk Dil Devrimi'nden yana olanlar için günümüzün en önde gelen sorunu, kuşkusuz ki bilimsel ve teknik ilerlemelere koşut olarak Türkçeye dolan terimlere ve sözcüklere karşılık bulmaktır. Geri dönülmesine artık olanak bulunmayan dil devrimimizin bu evrede de başarıya ulaşacağına inanıyor ve doğumunun 100. yıldönümünde Atatürk'ün ağzından sesleniyoruz:
''Türk ulusunu ve Türk dilini uygarlık tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz!''